Antakya'dan Halep yaklaşık 2 saat sürmekte. Eğer otobüste Avrupa'dan gezgin arkadaşlar var ise sınırda biraz beklemece. Gezgin dediğin biraz da dağınık, hesapsız, kitapsız birşey. Hiçbir Avrupalı gezgin önceden halletmemiştir vize meselesini, sınırda oracıkta çözülüverir mesele. Vizesiz Suriye'ye geçmek, Fransız ile Japon vize kuyruğunda ter dökerken, sen ferah ferah free shopta gezmekte. Enteresan bir duygu. Tabi sınırların olmadığı bir dünya ama, Avrupa'nın bize vize için çektirdiği absürdlükler akla gelince bu biraz gurura, oh olsuna dönüşebilmekte.
Free shop mu dedik; biri Türk tarafında diğeri de Suriye tarafında, ucuza ne vardır diye aramaca. Türk tarafı biraz pahalı ama kaliteli. Suriye tarafı ucuz ama o da kaliteli. Şöyle ki Türk tarafında Marlbora var 10'lu paket 15 Euro, Suriye tarafında ise Marlbora yok diğerleri var, Fransız sigarası Gauloises var. Fiyatı mı 7 Euro'dan. Suriye tarafında ayrıca Lübnan şarabı Ksara var, fiyatı 4 Euro'dan başlamakta. Girdik free shop'a çıkamadık değil mi? Viski mi viski de var. Red Label 12 Euro'dan. Ürünlerimiz stoklarla sınırlıdır ey gezgin.
Halep yollarındayız gözüme ilk çarpan karşı şeridin sağ kulvarında sallana sallana yol alabilmemiz. Yol adabı büyüklerin dediğine göre 80'lerin Türkiyesi'nin tıpkısı. Halep'e yaklaştığını nasıl anlarsın? Hayvanat Bahçesi, şehrin dışında bir hayvanat bahçesi ilgini çekmekte.
Halepte'yiz, insan başka bir ülkede bu kadar çabuk ve tanıdık olabildiğine şaşırmıyor değil Türk garajına vardığında. Öyle ki Türkçe otobüs firması görevlileri Şam'a, Hama'ya gitme isteğinizi sorguluyor.Ama bir dakika biz daha yeni geldik Halep'e. Gezecek çok durak, tanışacak çok yüz var. Laf arasında Suriye'de Arapça birinci, Kürtçe ikinci ve Türkçe üçüncü en çok konuşulan dil.
Türk garajında indin tam karşıda turizm bürosu ve turizm bürosunda Khaldun hiç bitmeyen soruları ve tebessümü ile seni beklemekte. Konya ovasından Antalya'ya dek. Önce onların aklındaki bir yanılgıyı düzeltmek gerekiyor başkent İstanbul değil, Ankara Khaldun'cuğum, Ankara'mı nerede, haritanın tam ortasında. Velakin Khaldun'un soruları bitmek bilmez. Ama güleryüzü, dostane yaklaşımı hiç unutulmaz. Halep'e varır varmaz daha ilk durağında turizm bürosunda sezersin merakı merakın içindeki hasreti. İki komşunun hasretini.
Bu hasretlik esnasında hiç hasret kalmayacağını düşündüğün bir koku burnunun direğini sızlatır da sızlatır. Sabun esanslı kahve kokar Halep'in sokakları, Halep kalesinin tepesinde de, kaldığın hostelin mahçup odasında da peşini bırakmaz bu koku. Kokusu olan nadir şehirlerden biridir Halep.
Ve kahve gibi zahmetli sabun gibi durudur dar sokakları. Bunu neden mi söylüyorum?
İstanbul'daki kapalı çarşıdan hallice küçük olan Halep kapalı çarşıya girdim. Esnafın hoşgeldinleri ile memnun oldum. Kumaşların özelliğine ve güzelliğine büyülendim. Hiçbir esnafın yakamdan tutupta beni dükkana zorlamamasına hayretle gülümsedim.
Ve sonra bilmediğim bir dar sokaktan saat kulesine doğru yol almak için çıktığımda, çıkamadım. Çünkü her dar sokak bir diğerine daha da daralarak çıktı. Öyle bir darlığa düştüm ki yek vücudun bile geçmesinin muamma olduğu bir uzun kıvrıma düştüm. Hava da kararıcam diye tutturmuş. Eyvah ki ne eyvah. Ama ben eyvah çekmeyi bile boşvermiş kendime övünüyorum, çok güzel anlatacak bir hikayem çıktı, çok güzel. Bu eyvahların en eyvahı, bilinçte sokaklarla birlikte daralmış. Sonra oldum olası geriye, öteberiye dönersin neyse ki ağız daha daralmamış sorarsın akşamın yükünü omzuna almış yolalan amcaya.
Clock tower, amca gülümser, sağ elinin baş parmağını işaret parmağının arasından geçirecekmiş gibi yaparak elini neyse ki başına koyar. Evet, ingilizce yok. Türki, Türkiyye dersin ufacık Arapçan ile, adam o an akşamın bütün yükünü omzundan atmış gibi gülümser. İşte o vakit arapça bilmek istersin. Arapça amca gel seninle oturup da bir bira içip ''things have changed'' ile ''şenbanbe''ye aynı yudumda efkarlanalım demek istersin. Seninle birlikte bilincinin koridorları da rahatlamıştır, nereden aklına geldiyse saat kulesinin olduğu Bab-ül Faraç meydanını ağzından kaçırıverirsin. Amcadan bir el hareketi ve Bab-ül Faraç meydanına kadar eşlik edersin ona. Hızlı yürümektedir elindeki ağır siyah naylon poşetlere aldırmadan ve arada dönüpte dönüpte bakar, bu çocuk arkada mı diye. Seni görür eğer başı devam eder. Arapçan yok diye değil, Halep'teki bu sabun ve kahve kokusunun yerini saf insan kokusu aldığından beri sersemsindir, insan sarhoşusundur uzanıpta poşetlerin bir ucundan tutamayacak kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder