Seyahat Arşivim

Ücretsiz seyahatler. Gezilebilecek ve huzur verici konumlar. Kamp ve Piknik alanları.

Random Posts

LightBlog

Breaking

22 Temmuz 2008 Salı

MARMARA ADASI (Temmuz 2008)




..
Bundan 6-7 yıl önce çocuksuzken Neşe ile otostopla ada temalı bir Marmara gezisi yapmış, bir hafta içinde Bozcada, Gökçeada, Marmara, ve Avşa adalarını ziyaret etmiştik. Süremiz sınırlı olduğundan Marmara Adasında iki gece kalmış, arabamız olmadığından diğer köyleri gezemeyip hep merkezde kalmamıza rağmen yine de doyamamıştık


4 günlük bir boşluk yakalayınca bunu Marmara Adasında değerlendirmeye karar verdik. Sıcak bir Temmuz günü, akşam saat 7 de Erdek’ten kalkan Marmara feribotuna yetişmek üzere öğleyin İzmir’den yola çıktık. Yolda pek oyalanmadık, Kapıdağına giderken kavun yediğimiz tezgahlar Akhisar çıkışında yerlerini almışlardı, ama kilosu 1,5 lira deyince arabadan bile inmedim.
Bandırma yoluna döndükten sonra günaşık tarlaları başladı. Anlamadığım günaşıkların güneşe sırtlarını dönmeleriydi.



Bandırmaya inerken nefis manzaralı bir tepede sanki grotesk filmlerden fırlamış korkunç bir fabrika gördük. Acaba ne fabrikası diye tartışarak sırttan inerken girişinde tabelasını okuduk: Sülfirik Asit Fabrikasıymış!

Bandırma’ya girmeden Erdek’e döndük, saat 17 gibi arabayı Erdek feribot iskelesine park ettik(3 lira) Geçen sefer Neşe yürümeye üşendiğinden tek başıma gezip hayran kaldığım Erdek sahilindeki yazlık apartmanları bu sefer beraber gezdik.
Bu kadar güzel apartmanlar, bakımlı bahçeler, insanda acaba Marsilya’ya mı gedldim duygusu uyandırıyor.

Apartmanların kapılarının önünde denize giren, evlerinden indirdikleri şezlonglarda sohbet ederek vakit öldüren, sanki Koç holdingte orta düzeyde yöneticilikten emekli beyzbol şapkalı beyler

ve plajda konken oynayan, torun bakan hanımları sahilin Batı'sında yer alırken, Doğu ucunda gençler müzik yayını da yapan büfeden aldıkları bira dondurmalarla yazlık komşularıyla eğleniyorlar
.
Fiyatlar da bu elit ortama rağmen son derece makul, bira 2, haşlanmış darı 1 lira.
Geri dönüp iskeleye bakan çınaraltı kahvelerinde birer şerbet içip feribotun gelmesini bekledik. Neşe karadut, Can limon(4 günde 10 bardak), ben de koruk istedim.
Erdek’te ve Marmara adasında her çınaraltı kahvesinde bu şerbet çeşitleri mevcut.(1lira)

Marmara’dan gelen feribot gecikince iskeleye gidip bilet aldık (otomobil 25+1 kişi 6,5lira), balık tutanları izledik.

Pek birşey tutamıyorlardı.

Saat 7 30 gibi arabayı gemiye yükleyip yola çıktık.
Epeydir arabalıya arabayla binmemiştim.
Güneş etkisini yitirene kadar arabada oturup buzluktan bira içtik, sonra çıkıp dolaştık.
Can aşağıdan el sallayarak kalbini kazandığı kaptanın davetlisi olarak kaptan köşküne çıktı,
dümeni tuttu, az daha karşıdan gelen bir gemiyle çarpışıyorduk, bizi kurtardı.
Saat 9 30 gibi Marmara adasına yanaştık.
İskeleyi izlerken, yanımdaki askerden yeni terhis olmuş adalı gencin 'Rambo İlk Kan' havasında köyüne dönerken arkadaşına anlattığı askerlik hikayelerine kulak misafiri oldum.
“Biz adalıyız, deniz göremedik mi şaşırıyoruz” diyordu Doğu'daki askerliği hakkında.
Kıyıya çıkınca saat zaten geç olduğundan fazla uğraşmadan merkezdeki Adapalas’ta kalalım dedim (klimalı TV’li oda 50 lira) , ama Neşe geçen sefer kaldığımız Mola motel’e gitmekte ısrar etti. 7 yıl önce yine böyle karanlıkta indiğimiz iskelenin hemen karşısındaki arsaya çadır kurmuş, gece boyunca yanımıza bağladıkları eşekten rahatsız olduğumuzdan ikinci geceyi Mola’da geçirmiştik.

Trafiğe kapalı sokaklar yüzünden tepelerden dar sokaklardan geçerek ulaştığımız Mola Motel gecelik kişi başı YP 65 liraymış. Oteli işleten Nadir ile 3 yataklı oda için yemeksiz 50 liraya anlaştık. Odamız plaja asmaların ve çamların arasından bakıyor, balkonda koruklar sallanıyor.
Can koruklara saldırınca, daha önce odada kalan çocuklar da onun gibi yemiş olsalar şimdi hiç kalmamış olacağını söyledim, bir iki taneyle yetindi.
Odaya yerleştikten sonra çıkıp yürüyerek 2 dakika mesafedeki çarşıya çıktık.
Burası tam emekli ve kadın cenneti. Sahil boyunca yan yana sıralanmış çınaraltı kahvelerinde erkekler okey oynuyor, kadınlar kağıt. Gündüzleri kaveleri dolaşan beyaz giyinmiş tansiyoncu bile var.

Orta yaşlardaki kadın kesafeti belki eşlerinin hafta içi çalışmalarıyla açıklanabilir ama gençler arasında da bir erkeğe iki genç kız düşmesi nasıl açıklanır bilemedim.
Çay 50 kuruş, dışardan yiyecek getirmek serbest.
Serbest ne kelime, ibadullah!
Gece 10 30 da yemek yediğimiz pideciden dışarı çıkardıkları açma tepsilerini görünce garsona sabah için mi hazırlık yaptıklarını sordum. Gülerek “Hayır burada gece 11 de sıcak açma yeme adeti var” dedi.

Gerçekten bizim oturduğumuz süre içinde sadece pideci 2 tepsi açma sattı, bunun gibi gece gündüz sıcak açma çıkartan 3-4 fırın daha var. Tıkınmak için açmanın yanı sıra ekler, çiğ börek, gözleme gibi hamurlu, midye tava ve dolma gibi deniz mahsüllü opsiyonlar da mevcut. Biz de birer dondurma yiyip otele döndük.

Sabah adayı gezmeye çok hevesli olduğumuzdan belki başka bir köyü beğenip kalmak isteriz diye eşyalarımızı toplayıp odayı boşalttık. Nadirin eşi Ayşe bize duvardaki haritadan köyleri gösterdi, elimizde adayı gösteren hiç harita olmadığından bir kroki çizip köyleri işaretledim.
Nadir Mola Motel'le yaşıtmış. Babası 1972'de oteli açmış, ve oğlu olmuş. Şimdi işleri oğluna ve gelinine devretmiş. Onlar da bütün gün telefonda müşterilere laf anlatıyorlar.
Bir müşteri havluların kaçar santim olduğunu bile sordu, duyduk!
Çınaraltı kahvelerinde açma poğaçalı kahvaltıdan sonra belediyeye uğrayıp BİM ile ortak hazırladıkları ada broşüründen alınca benim krokiye gerek kalmadı. (Adanın marketleri bile ekonomik biri BİM diğeri DiaSA)

Önce sol tarafa doğru Çınarlı köyüne gitmeye karar verdik.
Yolda, deniz kıyısındaki Nergis Otel ilgimizi çekti. Marmarayı seyreden nefis bir terası olan otelde oda fiyatı 40 liraymış. Bir oda görmek isteyince resepsiyondan 3 kat aşağı, bodruma doğru indik. Odanın balkonunda yine süper bir manzara vardı.
Sonradan broşürü alınca uyandık; yoldan hiç görünmüyor ama deniz tarafından çekilen fotoğrafında kocaman otelmiş. Giriş ve resepsiyon otelin çatısındaymış.
Yola devam edip Çınarlı’ya vardık. Sahilin hemen arkasında, biri gerçekten devasa 3-5 çınarın kapladığı, futbol sahası kadar, masaları seyrek bir kahve var, millet uyukluyor.
Köşeden kıvrılıp sahile çıktık, küçük bir plaj bir iki çiğ börekçi falan pek hoşumuza gitmedi.
Çiğ börekçiden direk buradan, Çınarlı Köyü'nden kalkıp Tekirdağ’a giden hususi feribotların ilanı vardı.
Yol teorik olarak adayı çepeçevre dolaşıyor ama herkes Çinarlı ile öbür uçtaki Saraylar arasının çok bozuk olduğunu söylüyor. Çınaraltındaki kahvede çalışan çocuğa Saraylara giden yolu sorunca geldiğimiz yolu gösterdi.
“Adanın kuzeyinden giden yol" deyince çıldırmışız gibi bakıp
“Ordan gidilmez abi, yol var ama kamyonlar çalışıyor, mermer ocaklarında bir iki bin kürt çalışıyor, başınıza bir iş gelir, haber verseniz bile yetişemeyiz kurtarmaya” dedi. Yolu tekrar sorunca gösterdi.
Neşe “Gidecek miyiz yani, bak tehlikeliymiş” dedi korkuyla.
“Bu çocuk kendini vahşi batıda, Kürtleri de Kızılderili sanıyor heralde, gider bakarız yol bozuksa döneriz” dedim. Nitekim yol sahiden bozuk, un gibi kumluymuş biraz gidip geri döndük, merkez üzerinden Gündoğdu Köyüne geçtik.Yolda adada hiç bir yerdegörmediğim ve duymadığım kadar bol olan Ağustos böceklerinden bir koro eşliğinde karşı adaları izledik.