Seyahat Arşivim

Ücretsiz seyahatler. Gezilebilecek ve huzur verici konumlar. Kamp ve Piknik alanları.

Random Posts

LightBlog

Breaking

23 Mart 2008 Pazar

HİNDİSTAN-KERALA II



Varkala Beach


Ragam Kiravani by Shankar on Grooveshark

Birinci bölüm için tıklayınız

En son Trivandrum’da, otelde Küba Libre içip hint filmi izlerken kalmıştık.



Gece hava bunaltıcı sıcaktı, camları açıp yattık ama feci sivrisinek vardı. Sivrisineklerin görüntüsü bizim yerli sineklere benzemekle birlikte yerli KOV’u tanımıyorlardı, hiç ırgalanmadan soktular. Soktukları yerler de kaşınmaktan ziyade acıyordu.
Hindistan’da oteller örtünmek için bir şey vermiyorlar (En azından bizim kaldıklarımız). Resepsiyondan Neşe’nin örtü isteğine önce itiraz etmişler, nedense “iki kadın mısınız?” diye sormuşlar, değiliz deyince tek kişilik bir çarşaf vermişler. Biz de nasıl olsa buradan alacağız diye yanımızda getirmedik.



En sonunda uyumaya çalışmaktan vazgeçip Lütfü Akad’ın anılarına döndüm. Onun da başı dertten kurtulmadı, Bağdat’ta nice maceralardan sonra memlekete döndü, babası ölmüş, yeni doğan oğluna babasının adını verdi. Sabaha karşı ancak daldık.
Sabah 9 da kalktık, otelden çıkar çıkmaz dünkü kalp hastası rikşacı Kennan’ı bizi beklerken bulduk. 10 30 treni için bizi istasyona bıraktı(10 rupi).



Kahvaltı işini trende hallederiz diye istasyon büfesinden kahve, su aldım, körili sebzeli çapatilere iltifat etmedim.

 

Tren boştu, daha doğrusu sleeper sınıfı vagonlar boştu. Bilmem hangi sınıftaki tren vagonlarının kapısında yolcuların adları yazıcı çıktısı olarak asılmış, herkes adını arıyordu.

 

Deniz kıyısından giden yol 35 dakika sürdü. Bu arada iki pakora ve iki kızarmış yumurtalı muz yemeyi başardım. Bu yaygın bir yiyecek ama ben pek beğenmedim. Sert muzu( sadece bu iş için kullanılan bir muz çeşidi varmış galiba) enine ikiye kesip yumurta sarısına batırıp kızartıyorlar, biraz ağır oluyor.

 

Pakoralar da fazla kızarmış, çok sertti, dolgumu kıracağım diye tedirgin oldum.
İstasyonda inince plaj 2-3 km uzakta olduğundan bir rikşaya atladık. (Otel beğeninceye kadar dolaştırmak kaydıyla 100 r).

 

Varkala plajı’nda oteller plajın arkasındaki setin üzerine sıralanmış. Kıyı boyunca devam eden ince bir patika restoranlar ve hediyelikçilerle dolu güzel bir piyasa yolu. 

Mommy’s Bambu House’ta karar kıldım. Otelci Anu üst kattaki odaya 600 dedi, 450 ‘ye razı oldu. Alt kattaki daha ucuz odalarda cibinlik olmasına rağmen üst katta olmaması dikkatimi çekti. İddiasına göre üst katta sinek olmuyormuş. O kadar israr etti ki mantıklı gelmemesine karşın inandık, geçekten de sivriler bu odada bizi rahatsız etmedi. (Sineklerin tanıdığı hint malı repellent kullanmamızın etkisi de olmuş olabilir) Odaya çantaları bırakıp merdivenlerden plaja indik. Kovalam’dan daha güzel bir plaj ama dalgalar yine tehlikeli gözüküyor. Burada da sürekli, yüzmeyin anlamına gelen ikiye çatılmış kırmızı bayraklar var. Arap denizinde yüzmek için yanlış zamanda gelmişiz. Sezonun ortası ama deniz çok dalgalı. Bizimle aynı anda Agonda plajına giden Sabi’den öğrendiğime göre biz gittiğimizde sütliman olan Agonda da aynı şekilde deli dalgalıymış. Demek ki bu bölgede yüzmek istiyorsan Aralık ayı bitmeden gelmek lazımmış. Varkala’nın bir artısı da yaş ortalamasının Kovalam’dan epey düşük olması.

(Kovalam’da yaş ortalaması 50 civarındaydı, ve insanın hem göz zevkini, hem moralini bozucuydu)



Akşamüstü bizi istasyondan getiren rikşacının bahsettiği tapınaktaki filli ayini görmek için köye gittik. 



Köyün içindeki dörtyol ağzında toplanmış insanlardan birine, ortada bir aksiyon olmadığından neyi beklediklerini sordum. Yollardan birini işaret ederek “Filleri bekliyoruz” dedi.


Sanskritçe yazılı bir pankartın üzerindeki tarihlerden tahmin ettiğimize göre bugün Kerala Festivali gibi bir şeyin son günüymüş. Köyün içindeki tapınağın önü geçit töreni için süslenmişti. Bu arada iki kişi yolun üzerine çatılmış dallara piramit şeklinde, çiçeklerle süslü bir sepeti asmaya çalışıyorlardı. Bir halata bağlı olan sepet asıldıktan sonra ortaya çıkan gariban kılıklı bir adam kenardaki davulcuların vurduğu hızlı ritmle sepetin altında dans etmeye başladı.
Arada gidip elindeki sopayla sepete vurmaya çalışıyor, sepetin bağlı olduğu ipi elinde tutan, ipi asılıp sepeti kaçırıyordu. Yolun iki yanındaki birer kişi de önlerindeki leğenin içindeki safran rengi suyu tas tas dans eden adamın üzerine atıyorlardı. İşin en garip yanı bu kadar atraksiyon ve izleyen kalabalığa karşın yol trafiğe kapanmamıştı.
Arabalar kalabalığı yararak dans eden adamın yanından geçip yollarına devam ediyorlardı. Davulların ritmi gittikçe hızlandı, su atanlar da ritme uyarak hızlandılar, adamın dansı iyice sapıttı, sepet parçalanmaya başladı. Biz sıkıldık, köyün kahvesinden çay alıp bir taşa oturduk, filleri beklemeye devam ettik.
Bir köylü çocuk kalem istedi, verince diğer çocuklar etrafımızı çevirdi. Zaten dağıtmak niyetiyle getirdiğimiz kalemleri ve dutyfree’den aldığımız bonbonları bitirdik. (O kalemleri dağıtan represantlar eşantiyonlarının şimdi nerelerde, kimlerin elinde olduğunu bilseler).Bu arada kalabalığın içinde down sendromlu bir Hintli vardı. Daha önce hiç görmemiştim, burada seyrek görülüyor sanırım. Bütün down sendromlular gibi kendinden çok emin ve neşeliydi. Sepete vuran adamla epey karşılıklı göbek attı, turist kadınlarla dans etti, dansın ötesine geçmeye çalıştı, vs.
Tam gitsek mi acaba diye düşünürken köyün ucundan müzik duyulmaya başlandı. Sese doğru yürüyünce Bombay’daki benzeri kırmızı üniformalı bir orkestranın başını çektiği korteji gördük. Orkestranın arkasından beş tane süslü, kocaman fil üzerlerinde binicileriyle yavaşl yavaş yürüyorlardı. Köylüler evlerinin kapılarına adak niyetine muz ananas vs koymuşlar, fillere sunuyorlardı. Filler her kapıya uğrayıp sunulan zerzevatı yiyerek yürüdüklerinden konvoy epey yavaş hareket ediyordu. Fillerin ardından arkasında üç kocamana hareketli ve sesli kaplan maketinin yer aldığı kamyon, sonra çıplak davulcular, borucular, onların arkasında zenne kıyafeti giymiş erkek dansçılar, onun arkasında gagalı fil maskesi takmış, kağıttan şeritlerden oluşan etekli bir adamın garip ürkünç danslar yaptığı başka bir kamyonet, onun arkasında bir takım daha çıplak davulcu, onların arkasında da bitmez bir enerji ve neşeyle çalıp dans eden zilciler vardı. 8-10 kişilik bu grup her dansın sonunda bir an durduktan sonra aniden senkronize bir şekilde yeni bir dansa ve ritme giriyorlardı.
O kadar uzun süre ve o kadar zevkle dansettiler ki yanlarından ayrılamadım. Karanlık bastırdığından fotoğraf makinası ile ancak bu kadar video çekebildim.