TEMMUZ 2005 SURİYE NOTLARI
7 temmuz 2005 Gazal Otel avlusu
Öğle saatlerinde Niğde-Ulukışla kavşağından otostopla yola çıktık.Antakya’ya gidiyoruz, oradan da Suriye’ye. Bu Neşe’in Suriye’ye ilk, benim ise üçüncü gidişim. 400 Km’ lik yolu yaklaşık 3,5 saatte aldık. Öğleden sonra Antakya’da Kavak Otele yerleştik.Suriye otobüslerinin saatlerini öğrendikten sonra bir yıldır hayalini kurduğumuz Antakya mezeleriyle demlenmek için Han restorana gittik.Burası eski bir konaktan bozma çok güzel bir restoran.
Mezeleri söyledikten sonra bir de ufak rakı isteyince gecenin tadı kaçtı : Artık rakı satmıyorlarmış !ŞOK ŞOK! Geçenlerde rakı içenler birbirlerini bıçaklamışlar;bu nedenle sadece şarap ve bira satıyorlarmış.Uzun tartışmalardan sonra birer bira içip tatsız bir şekilde kalkıp Ferah’ta künefemizi yiyip otele döndük
Şam’a mı yoksa Halep’e mi gideceğimizi bilmiyoruz ,yarın otobüslere göre karar vereceğiz.
Sabah ufak bir çarşı turundan sonra garaja gittik, kapıdan girerken ayakçılardan biriyle 10:30 Şam otobüsü için iki kişi 15 milyona anlaştık.
Otobüsler sadece Şam ve Halep’e gidiyorlar, ve son otobüs öğleden sonra 1-2 gibi kalkıyor. Şam 10 , Halep 5 YTL civarı ama bedava gitmek de mümkün çünkü amaç yolcu parası değil mazot. Zaten bizim verdiğimiz parayı da ayakçı cebine attı, otobüsçüye para vermedi (otobüsçü sonra sitem etti). Yine de eski gidişlerime göre otobüste epey yolcu vardı, yarıdan çoğu doluydu.7,5 saat sonra (aynı arap klipleri vcd sini 7 kez izleyerek) saat altı gibi Şam garajına vardık. Sınırdan geçerken otobüs şöförü pasaportları damgalatıp getirince konut haracı almadılar diye çok sevindim. Neşe ‘soralım niye almadılar’ dedi ama ben ‘haksız alınan paraları sorarım ,alınmayanları sormam’ dedim.
Yine de mola yerinde şöföre sormuş, kötü haber: İki günden fazla kalınırsa dönüşte ödeniyormuş! Şam’da eski kaldığım otele gideceğiz ama ben ne caddesini hatırlıyorum, ne mahallesini. Neyse haritaya baktıkça hatırlar gibi oldum ve 100 liraya bir taksi ile Al Cumhuriye caddesine ,otele gittik. Eski seferlerde kaldığım Al Saade (mutluluk) oteli yenilenmiş ama yine daha ziyade bekar arap tacirlere hizmet veriyor (İki kişi 400)
Otelin sahibinin iki sokak ötede aynı şekilde 300 yıllık konaklarda iki oteli daha var. Al Rabie ve Al Haramiye. Pek turistik olduğundan ben daha önce kalmamıştım, bu sefere de kalamadık çünkü yer yok!
En sonunda yakın mesafede yeni açılan bir dördüncü otel bulduk: Gazal (geyik) Otel, yine diğerleri gibi havuzlu avluya sahip, asude bir mekan. Fonda sürekli kısık sesle Feyruz çalıyor.Mutfak ve buzdolabı var, banyo tuvalet avluda. İki kişi aslında 600 SP ama sadece üç kişilik odaları kaldığından 750 istediler, 700 e anlaştık. Otel sahipleri üç kardeş cana yakın insanlar. Akşamüstü eski şehri gezdik, kapalı çarşının arkasında Abdül diye bir biladerle tanıştık.Türk olduğumuzu öğrenince yekten ben komünistim, ateistim Nazım Hikmet okurum dedi. Kolunun altında gazetesi, bütün gün oralarda turistlerle muhabbet eder bir havası vardı.
Annesi Türkmüş, İngiltere’de çalışmış vs. Bize Hıristiyan mahallesinde 1001 gece restoranı tavsiye etti.(Matan Al Fileyla Wa Layla) Eski şehirde Hıristiyan mahallesinde dolaştık, çok canlıydı, yeni kafeler açılmış ,gençler nargile tüttürüyorlar. Yalnız Şam’da türbanlı sayısını artmış gördüm.
Yeni yönetimin nispeten özgürlükçü tutumu bu şekilde kendini göstermiş herhalde.Gece saat 21:30 da restorana gittik. Şef Miko pek eğlenceli bir Fas’lıydı. Canlı müzik olarak udi bir abi şarkılar söyledi. 8 çeşit meze ,ara sıcaklar, 37,5 rakı, (Suriye rakıları 75 lik ve alkol oranı % 52,5 ; bizim rakılara göre daha anasonlu, ve lezzetli.) nargile, ayılmak için içilen sayısız mırra, ve Türk asıllı barmenin kavun kokteyllerine toplam 760 SP verdik(1 USD= 53 Suriye lirası,Syrian Pound)
Gece otele dönerken epey dolaştık , işportacılarından Jamaika T-şörtü aldım 50 SP defolu. 1 de yattık.
Sabah 8 de kalktık, kahve , çay , Feyruz. Suratsız lezbiyenler dışında otelin bizim kanadında kimse gözükmüyor. Şehre yürüdük, dükkanlar daha açılmamıştı, otogar’a gidip Tartus’a otobüs sorduk, yarın gitmeye niyetliyiz. Muzlu krep dürüm, kıymalı, zahterli, peynirli pide ,felafel yedik(10 SP each) Feyruz ve Ümmü Gülsüm, Abdülhalim Hafız ve Abdülvahap MP3 leri aldım tanesi 20 den 8 tane.100 SP dan kokular aldık, Old Spice ve JPG. Otele geldik,aynı otelde kalmaya karar verdik, Neşe uyudu ben de şimdi otelin avlusunda çay demledim yazıyorum. Arkadaki oda bizimki.
8 Temmuz 2005 Cuma ,Palmyra
Öğleden sonra şehrin yeni kesimini bir dolaştık. Turizm informasyona gittik, haritalar yırtılmıştı, yenilerini aldık.Çok sıcaktı,otele dönüp duş alıp yeniden çıktık.Beşir Esad babasının resimlerine heykellerine pek dokunmamış ,ama kardeşininkileri kaldırmış. Eskiden hep baba Esad ‘la öbür vahşi yaradılışlı, kazada ölmüş oğlunun resimleri her yeri doldururdu, Beşir’in resimleri ise çok nadirdi. Şimdi ise daha ziyade Beşir Esad’ın olmakla birlikte eskiyle kıyaslanmayacak kadar az resim heykel vs var etrafta. Ihlamur ağaçlarının açma mevsimini kaçırmış olsak da Şam sokakları bakımlı ve yasemin kokuluydu.
Öğlen yemeği için mahalledeki kebapçıdan otele kebap söyledik,iki kişilik kebap salata ayran 250 SP ,yanındaki humusçudan da 15 SP lik humus koydurttum tabağa, karnımızı şişirince hemen yatıp uyuması kolay oldu.
Akşamüstü Hıristiyan mahallesine tekrar gittik, Alsancak gibiydi: Tiki kafeler ,jöleli gençler, markalı mağazalar vs. Bir pastaneye oturduk. Neşe fıstıklı sade dondurma istemek istedi, ama isteyemedi. İngilizce menü var ama karşılıkları arapça yazmadığından ne istediğimizi garson anlayamadı, anlamadım da demedi.Önce meyveli karışık getirdi, geri gönderip fıstık ve sütü tarif etmeye çalıştım ,bu kez de kakuleli dondurma getirdi ,ısrardan vazgeçip yemeye çalıştık ama pek kötüydü. Rasgele dolaşırken gerçek bir yolcu uçağından yapılmış kafe gördük.Uçağın ortasını Awacs gibi genişletmişler, geniş oturma grubu koymuşlar, camlara da alçıdan süslü çerçeveler yapmışlar, dökülüyordu. Akşam saat sekizde Caminin arkasındaki ateşçisi suratsız nargile kahvesinde hikaye anlatıcısı varmış, ona gittik.
Orhan Pamuk’un Benim adım kırmızı kitabındaki gibi bir hikaye anlatıcısı, ilginçti. Kahvede yüksek bir yerde oturuyor, kafasında fes , elindeki şirket ajandasından hikayeyi taklitler yaparak okuyor ,herkes merakla dinliyordu. İlgi dağılırsa kucağındaki enli kılıçla önündeki sehpaya aniden çoot diye vurup herkesi hoplatıyordu .Bizden başka turistler de anlamadan dinlemeye gelmişler.Yarım saat kadar dinledik, çıktık.Giriş parası varmış; daha doğrusu çıkış parası, adam başı 50 SP aldılar, bir de zorla ,adisyon şart diye limonata içirmişlerdi. Sonradan bu adamı LP rehberinde görüm; meğer meşhurmuş, eski geleneği canlandırmaya karar vermiş bir emekli öğretmen gibi bir şeymiş.
Sandalet ayağımı vurdu, gece kapalı çarşıda baktık ama uygun bir şey bulamadık. Çarşıda(Medine Suk) ve çarşının sonundaki Omayyad Camii’nde mahşeri kalabalık vardı. Hava serinleyince millet kendini dışarı vurmuş.
Gece otelin bizim kanadına Amman’da çalışan ve SUV larla Hollanda’ya dönen üç aile ve 15-20 tane ufak çocukları geldi, sessizlik gitti. Allahtan çocuklar erken uyudular. Geceyi otelde oda komşularımız Slovak Michael ve Gabriella ile muhabbet ederek ,içerek geçirdik.
Önce dünden kalan arakı bitirdik sonra da votka kurantla devam ettik. Heyecanlı öğrenci gençler. 5 haftalığına gelmişler,4 hafta Suriye’de 600 USD , bir hafta Ürdün’de300 dolar harcamışlar.5 haftadır ilk kez benimle arak içtiler.Otel sahibi üç kardeş komedi gibi sırayla gelerek aa arak diye hayret ettiler ve ikram edince içtiler, Ahmet iyiden oturdu muhabbete .Hollandalıların yiyemedikleri kebapları ve mutabbayı getirdi, yedik. Gece 1 de sızdım.Sabah 7 de erken uyuyan çocukların uyanmasıyla uyandık.Ahmet onlara laf edeceğine Londra bombalamasını izleyen Slovaklara TV nin sesini kısmalarını söyleyince gerginlik oldu, daha önce de benim elektrikli cezvenin sesine laf etmişti. İşte bu da dombili Ahmet!
Slovakların övgülerine dayanamayıp Tartus ‘tan vazgeçip Palmira’ya gitmeye karar verdik.Çıkıp otobüs tren baktık, Cuma olduğundan heryer kapalıydı.Taksiyle Harasta garaj bolllman’a gittik(60).10:15 otobüsüyle (iki kişi 100 SP) Palmira ‘ya bilet aldık, 5SP ye peynirli pide yedik.Yol çölden geçiyor, çölün ortasında yol demiryoluyla kesişti, üç-beş kişi gölgede oturuyorlardı, birisi buzlukla bindi otobüse ,10SP ye dondurma aldık, iyi geldi. Otobüsler klimalı Hyundai marka midibüsler. Bu dondurmacı işi de sık sık oluyor.
Palmira çok acayip bir yer, çölde bir kasaba, hemen yanında da bizim Efes gibi bir ören yeri var.
Hiç böyle bir yer görmemiştim. Çok feci sıcak, ortalıkta kimsecikler yok, sokaklardan el yapımı triportör gibi şeyler ve 50-60 model Mercedes’ler geçiyor arada sırada. Buradaki eski Mercedes bolluğunu anlayamadım, sormayı da unuttum.
Bir iki yer dolaştıktan sonra Bel otele yerleştik(300). Klimalı (antika) ,buzdolaplı, duvar vantilatörlü ufak bir oda. Bir lokantada bedevi (beduin diyorlar) işi etli bademli pilav mansaf yedik. Lokantanın sahibi genç, Hani geçen hafta askerden gelmiş.Lübnan’daymış,çekilen kuvvetler içindeymiş, çok tehlikeliymiş, sürekli İsrail uçakları tepelerinde uçuyor bunlar da kendilerini sığınaklara atıyorlarmışHaber gelince üç gün içinde tası tarağı toplayıp çekilmişler, çok sevinmişler. Dedim siz seviniyorsunuz ,Lübnanlılar seviniyor ,ne demeye duruyordunuz orada. Arkadaşı hala Golan tepelerinde askermiş ,annesi çok endişeleniyormuş. .
Askerlik 2,5 yılmış, kısalmış ,bunu 6 ay erken terhis etmişler, kapıdan çıkana kadar inanamamış askerliğin bittiğine. Arkadaşı bazukayla ateş etmiş, ateş almayınca nooldu diye arkasına bakarken ateş almış,bunun yanında çırpına çırpına ölmüş, hiç duygusallığa da izin yok diyor. Hemen sedyeyle alıp götürmüşler siz işinize devam demişler.
Hafız Esad’a attı tuttu,çok şaşırdım.Hani nerde derseniz işte bu Hani. Eskiden insanlar Esad adını ağızlarına almazlardı, çok mecbur kalırlarsa reis derlerdi, halkın %50 sinin muhbir olduğu söylenirdi. Şimdiki başkanı övdü ama yerdi de. Çok şey değişmiş Suriye’de. Lokantanın internet kafesi de vardı. Hani perdeyle ayrılmış arka tarafta İngiliz bir kıza asılıyordu. İngiliz kız da pejmürde, tek başına gezen genç bir şeydi, ve ilgiden hoşlanır gözüküyordu.
Daha sonra aynı kızı Halep’te başka bir Arap gençle gezerken gördük. Pilav 200 dü, bizden komşuyuz diye 100 aldı, internet de burada pahalı ama onu da saati 75’den yaptı.Otele dönüp biraz uyuduktan sonra yine çıktım, cehennemi sıcak devam. Çardakaltı bir kahveye oturdum, elmalı nargile(mıassil tuffeh) söyledim(75), bir de Mandarin kola(25), yazıyorum. Japon gençler başlarına keyfiyeler takmış, şaklabanlık yapıp birbirlerinin fotoğrafını çekiyorlar,benim nargile söylediğimi görünce onlar da söyledi,bir iki nefes çekip kalktılar.
9 Temmuz 2005 Lazkiye Gökdelen Kafe
Saat 18 :30 a kadar kahvede oturduk.Hava serinleyince harabelere doğru yürümeye başladık.Otobüsten iner inmez bizi karşılayıp 10 SP ye şehir içi servis yapıp ,bütün arkadaşlarının otellerini gezdiren müthiş turist rehberi Azem külüstürü ile bizi yoldan aldı.2x 50 SP ye kaleye çıkmak için anlaştık. Fiyat sormayanlardan 100 aldı.Dolmuşta önümüzde oturan Amerikalı Türkçe konuştuğumuzu duyunca müdahil oldu. Sten İstanbul’da İngilizce öğretmenliği yapıyormuş.Türkçesi iyiydi, dilini İzmir’li Özlem’in diline değdirmiş.Kaleye çıkınca Azem ‘önce bu taraftan manzarayı sonra öbür yana dönüp güneşin batışını seyredeceksiniz’ dedi,’peki’ dedik.Bu manzara. Paraya kıyıp kaleye girdik (75tam +5ben öğrenci), tepeden çölün manzarası etkileyici idi. Aşağıdaki güneşin batışını bedava seyreden sefillere acıdık, onlar güneş battı diye çığlık atıp el çırparken biz hala görüyorduk . .
Fotoğraf çektik. Kale yeni yapılmış gibiydi, hatta hala yapılıyordu,etrafta çimento torbaları harç karıştırıcılar vardı. Suriyelilerin restorasyon anlayışı biraz değişik. Harabelerin en mostralığı olan Bel tapınağının üzerinde; ki orada da epeyce çimento harcanmış, güneş enerjili su ısıtıcı var ;herhalde görevlilerin ihtiyacı için! Birisi de üşenmemiş kalenin duvarlarına çakıyla ‘1915 ermeni soykırımını unutma’ yazmış İngilizce, bilemiyorum dışişlerine haber versek kınamayı düşünürler mi?
Şehre inince Sten İrlandalılar’la beraber Pancake restorana gidecekmiş ,davet etti ama biz gitmedik,merkezdeki restoranı tercih ettik.Sten’in muhabbeti biraz bayıcı idi, bir de Türkiye’de biraz uzunca kalınca siz şöylesiniz böylesiniz diye yukardan atıp tutan yabancılara çok gıcık oluyorum, sittirgit o zaman diyesim geliyor, bu da biraz öyleydi.
Na bu da Sten.
Restoran bahçeli, her tarafından sular akan güzel bir yerdi. Mutabba(patlıcan-tahin), fettuş(ekmekli bir salata), Lübnan humusu(içinde biraz yeşillik de var), yalanci(yaprak sarmaya böyle diyorlar ve yalancı ne demek bilmiyorlar-dı),ve babaganuş(patlıcan salatası) söyledik. Kubbeh(içli köfte), borek(börek), fıstık(rakının yanında söğüşle birlikte bedava), kebap, karpuz yedik ,nargile, ufak rakı içtik ,615 (12 usd) hesap geldi.
Aman ne ucuz derken hesaptan sonra istediğimiz iki kahveye 100 SP daha istediler işi batırdılar. Ama garson Muhammed iyiydi.
Akşam olunca çok tatlı bir rüzgar başladı, gece ilerledikçe bayağı kuvvetlendi, sokaklar doldu taştı ,satıcılar çıktı, herkes kapısının önüne sandalye attı.Gerçekten zevkli bir rüzgardı.Sabah erken kalkacağımızdan ve çok başım ağrıdığından(hiç ağrımaz) fazla dolaşmadan yattık.
Kalkabilmek için telefonu 06:15 e kurduk ama 5:45 te kalktık. Harabeleri güneş doğarken ve batarken gezmekte fayda var hem ışık hem sıcak açısından. Hemen zafer yoluna ve Bel tapınağına gittikEtrafta gezen turistler vardı ama tapınağa saat 9 dan önce girmek mümkün değildi.
Biz de etrafında döndük ,duvardaki deliklere gözümüzü uydurmaya çalıştık. Tapınağın arka tarafında kocaman bir bahçe kurmuşlar ,palmiyeler,zeytinden kayısıya pek çok meyve ağacı mevcut ama düzenli sulanıyor, diplerine havuz açmışlar. Suyu kaç metreden çıkardıklarını merak ettim. Dönüşte Citadel Otelin önünde peynirli dürümle kahvaltı ettik Ben köy peynirli -naneli yedim iki çay içtim , Neşe kaşarlı yedi portakal suyu içti,160 SP tuttu. Güneş iyice yükselene dek akşamki rüzgar devam etti.
Saat 9:30 gibi kesildi ve fırın yandı! Bel otelin resepsiyoncusunu güç bela uyandırıp oda ücreti 300 ü verdik.Oteli çalsalar uyanmayacak! Sabah Kazmuss’tan Lazkiye’ye otobüs var sanıyorduk,resepsiyoncu telefon etti,yok dedi.Taksiyle minibüs durağına geldik (25SP/Beyaz Mercedes ‘67), Homs’a bilet aldık(2x50), yol 2 saat sürdü.Yol boyunca uyuduk. Külüstür minibüsün ortasına tabureler koydular, köylüler oturdu, kalanı da ayakta geldi. Ayakta bir binbaşı ve bir inzibat da vardı. Homs’ta otobüs bizi yolda indirdi başka garaja gidiyormuş, garaja taksiyle gittik yine. Lazkiye minibüsünü beklerken felafel ve sütlü tatlılar yedik, çay içtik ,şiştik ,yine uyuduk.
Lazkiye’de taksiciye Hafız Esad’ın merkezde meydandaki heykelinin taklidini yaptım hemen anladı bizi oraya götürdü. (ayakta, eller öne doğru uzanmış, ağız hafif aralık ‘ben aslında sizden’ derken). Neşe’yi kahveye oturtup Latakkia otel’de 400 SP ye banyolu uydu TV’li,fanlı oda tuttum, beğenmedi, tuvaleti küflüymüş! Otelde Cher –Bono belgeseli izledim.
Dışarı çıkıp biraz çarşıyı dolaştık,meydandaki kahveler çoğalmış ama eski havası gitmiş.
Farid al Atraş ve Muhammed Abdülwahap MP3 leri aldım, satıcının cep telefonundan Neşe’nin annesini aradık,Can’ı sorduk, iyiymiş.Telefon için Türk tipi önce ‘ara ara para fark etmez’ dedi sonra 200 istedi,150 verdim. Para bozdurduk,bankalar komisyonculardan daha yüksek veriyor.
Şimdi gökdelenin üzerinde Necati Cumalı okuyorum, ‘Aşk da gezer’, nahif bir İzmir romanı.
10 Temmuz 2005 Halep Kalesi önüGökdelende nargile ve içeceklere 135 ödedik, gene evli erkeklerle gelmiş zilliler vardı. Sahile inen yolun başında haritaya bakarken Afif amca ile tanıştık. İngiliz aksanıyla yardım teklif etti. Restoran sorduk önce Last Station’u tek geçerim dedi, ama açık hava isteyince Spiro’yu önerdi. Kahve içmeye davet etti.Afif amca, 30yıldır aynı dükkanda imiş,berbat çocuk elbiseleri satıyor,
zaten pek az mal var ve hepsi en az 20 yıllık, torbalarda bekliyorlar. İçeri giren bile yok.
Amca arkadaşlarıyla kahve sigara içiyor vakit öldürüyor. İngiliz petrol şirketlerinde çalışmış,oradan emekli olmuş. ’82 de karısı malign melanom olmuş, Almanya’ya gitmişler, iyileşmiş.Çocuk sevmezmiş, yapmamışlar, bu bir tercih kimse anlamıyor diye yakındı.Ben de anlamadım ama anlamış gibi ‘tabi tabi’(yes,yes) dedim.’65 yılında da amcasının parkinsonunu tedavi ettirmek için Moskova’ya gitmiş iki ay kalmış. Özbekistanlı kız arkadaşı varmış, evlerinin duvarındaki Arapça duaları okuyabildiğini gören kızın ninesi bunu kutsal bir İslam bilgini diye değerlendirmiş ve elini sürüp öpmeye başlamış.(Afif amca hristiyan). Kapının üzerinde PRİX FİXE yazıyor.
Sahile inince limandan sola doğru yürüdük, Lazkiye İzmir’e benzediği kadar limanları da birbirine benziyor.Spiro’yu ve karşısındaki başka bir restoranı bulduk, Neşe Spiro’yu beğendi, Harbiye’deki lokantalara benziyor. Akşama gelcez dedik,inanmadılar.
Sahilde Ambassador otelin katibi Zekeriya amca Antep’liymiş, bize Antep manileri söyledi, çok iltifat etti.
Sahildeki kocaman ağaçlı parkı gezdik, müzeyi de gezmeye niyetliydik ama kapanmış . İtalyan corner’ın oradan yukarı çıktık. Burası gençlerin piyasa yaptığı cadde, akşamın inmesiyle gençler jölelerini sürmüş olarak ortaya çıkmaya başlamışlardı. Sandalet yine ayağımı vurdu,750SP ye kapalı sandalet aldık. Ayaklarım açık sandaletin içinde o kadar çamurluydu ki ayakkabı denerken utandım.Yeni sandaleti giymeden çeşme başında ayaklarımı yıkadım, kolonyalı mendillerle sildim.
Hava kararınca Spiro’ya oturduk. İki minik şişe içtik,balık yemeye niyetlendim ama pahalıydı ve pek iyi görünmüyorlardı.En ucuz balığın (çipura) kilosu 1000 SP idi. Jumbo karides 2000 SP/kg idi. Mezeler, rakı, kebap, nargile 605 tuttu. Kahve sormadılar ben de bahşiş bırakmadım. Otele dönerken 6 büyük arak aldım tanesi 150 den 900 SP (yani bir büyük rakı fiyatı). .
Elimizde rakılarla Ebu Yusuf meyhanesine uğradım. Eski dost, garson Nasır beni unutmamış.Vaay İzmirli doktor diye karşıladı.Başka da garson kalmamış eskilerden
Bira ikram etti, para almadı, Arapça ve el işaretleriyle muhabbet ettik,duygulandım.Cüzdanından çocuğunun resmini gösterdi.
Sabah karşıdaki fırından lahmacun, peynirli pide alıp kahvelerde kahvaltı ettik.Çarşıyı dolaştık.
Çay, badem, dolmalık fıstık, safran aldık. Suriye’de Türkiye’den pahalı hiçbir şey yok!Otele döndük, çantayı aldık, garaja gittik. Halep otobüsü için bilet aldık ,54-55 numara. Ben nasıl bu kadar uzun otobüs olabilir diye merakla beklerken mesele anlaşıldı: Bizim bilet ikinci otobüseymiş.Otobüs yine ufak Hyundai, ilginç olansa bu modellerde koltuk numaraları sadece İngilizce ve Türkçe.Yolda uyuduk,tam acıkmıştık ki mola verdik. Kebap, pide ,
yoğurt yedik (35), bir de kutu kola(25), bir de şerbetli peynirli börek (30), bir de Neşe’nin sigara paketinin jelatinine soktuğu ve paket bitince masada bıraktığı 1200 SP + 10 YTL !
Halep’te indiğimiz yerde taksiciler 50 den aşağı inmeyince kızıp yürüdük, oturmaktan yorulmuştum zaten ,ama bütün rakılar bende olduğundan bir süre sonra taksiye bindik, 20 ye Baron otelin önüne geldik. Daha önce kaldığım Medine otel hiç değişmemiş ,hatta fiyatı da aynıydı(400), ama Neşe küfsüz tuvaletli ortam istedi diye epeyce dolaştım. Biraz iyi olunca oda fiyatları 30 USD’den başlıyor, ve pazarlığa yanaşmıyorlar. Bir de Baron otele bakalım dedim. Bu otel 1915 yılında yapılmış ve Atatürk’ten Agahta Christie’ye, Lawrence’a kadar pek çok ünlü kalmış. Pera Palas gibi bir yer yani. Halep’in en meşhur oteliBurasıkahvaltı salonu. Mimarisi Büyükada’daki Splendid Palas’a benziyor.
Önünde taraçası var, girişte anahtarlarla kasa ayrı ayrı bölümlerde vs. Neyse burası da OK 55 dolarmış. Türk olduğumuzu öğrenince 50 yaptılar, biz de kaldık Düşününce aslında bu Bodrum’da bir gecelik pansiyon parası!
Duş alıp çıktık, kapanmadan Medine çarşısına yetişelim diye koşturduk.
Çarşının girişinde körler yan yana dizilmişler Kuran okuyorlardı. Medine labirent gibi üzeri kapalı çok büyük bir kapalı çarşı.Sokaklar daracık ,eşekler geçiyor. Antakya’daki gibi kasap-kebapçı dükkanlarının önünde etler sakatatlar sarkıyor. Ayakkabıcıları bulduk, iki tane daha sandalet aldık(2x350),işyerlerine hurma aldık (100/kg).Bir satıcı hiç niyetimiz olmamasına rağmen ısrarla bizi davet etti, olmadık indirimler yaptı ve tanesi 100 SP den iki tane işlemeli bluz satmayı başardı.
Adamı tebrik ettim, gerçek bir satıcı idi,para için değil satmak için uğraşıyordu.Dükkanlar kapanınca kaleye çıktık.Etrafındaki kafeler yine çok canlı, nargile söyledim bunları yazıyorum. Neşe’nin söylediğine göre dönüyoruz diye keyfim kaçmış.
12 Temmuz 2005 Bahçeli/Niğde
Kalede hubble-bubble (garson illa da öyle demekte ısrar etti, ben şişe diyorum O Hubble) ve naneli çay içtik ,170 verdik. Kalenin etrafındaki halkavi yolu döndük, 20’ kadar sürüyor.Geriye aşağıya inerken hala açık olan (21:30) dükkanlardan kozmetik ,güneş yağı aldık. Akşam pazarını gezdik,yerlerde patlıcan seçiyordu millet. Bir alışveriş çarşısından gençlik yıllarımın saati Casio F91W aldım 100 SP ,bir haftadır saatsiz geziyorum ,baktım baktım son gece alabildim. Biraz daha gezdikten sonra en sonunda rakı isteği geldi.
Otele yakın Al Andalib’e (Endülüs) çıktık.Her şey aynı, sarışın kürt şef garson, duruşu, gömleğini pantolonuna sokuşu. Biraz vitiligosu artmış.Üç meze ,bir minik rakı, nargile 400 tuttu. Restoran çok kalabalıktı. Garsonlar çok matraktı,kalkan masaları hızla kaldırırken kalan ne varsa; arak, köfte, çerez, patates kızartması; hiç istiflerini bozmadan tıkınıyorlardı.
Otelde anahtarları veren Haço abi Türkçe bilen bir Ermeniymiş.Tehcir sırasında Sivas Gürün’den göçmüşler. Soykırımı sorayım dedim konuşmak istemedi. Telefonla Antakya otobüsünü sordu ,duburda (öğlen) varmış.
Sabah Hıristiyan mahallesi Aziziye’ye yürüdük ama bütün dükkanlar kapalıydı.Yine Medine çarşısına gittik. Küllici (toptancı) Muhammed’den bir de kışlık ayakkabı aldım550SP.
Muhammed Halep AKP il başkanı olabilecek evsaftaydı. Tıraş olmak istedim ama bütün berberler kapalıydı. Sorduklarım da yarın açılacak diyorlardı. En sonunda öğrendik: Pazartesileri berberler çalışmazmış! Türkiye garajına uğradık, bir taksici hemen gidersek 10 dolara götüreceğini söyledi. Arabası da güzel Çiri (Cherry), Çin malı klimalı. Antakya’dan alacağı müşterisi varmış. Permatik ve 3 büyük arak daha aldık ,otele döndük, tıraş oldum, eşyaları aldık, saat 11:30 da taksici Cemil Hüseyin bizi otelden aldı.
Sınıra 5 Km kala, gelirken durduğumuz benzincide durduk, son kalan paralarla felafel ve peynirli dürümler yaptırdık yolluk, soğuk su doldurduk. Saat 2 gibi Antakya’ya vardık.Sınır çok gevşekti, görünmeden Türkiye’ye girilebilirdi.Gümrükçüler bir arabanın benzinini boşalttırdılar.Cemil Hüseyin bizim adımıza ikişer koli çay , şeker ,ve dört karton sigara geçirdi gümrükten.
Kıtipyöz Cemil ve arkada Çiri. Şeker Suriye’de 600 bin lira, ama işin ilginç yanı çuvalların üzerinde Türkiye Şeker fabrikaları yazıyor.Yani biz şekeri ihraç edebilmek için 600 bin liradan ucuza satıyoruz, onlar da bize tekrar satıyorlar!
Cemil’e kendimizi şehir dışına bıraktırdık diye 15 dolar istedi,vermedik tabi iki Km için 5 dolar.
Hava feci fırtınalıydı, bir otostop, bir otostop 4 saatte Niğde’ye vardık, oğlumuza kavuştuk.
7 temmuz 2005 Gazal Otel avlusu
Öğle saatlerinde Niğde-Ulukışla kavşağından otostopla yola çıktık.Antakya’ya gidiyoruz, oradan da Suriye’ye. Bu Neşe’in Suriye’ye ilk, benim ise üçüncü gidişim. 400 Km’ lik yolu yaklaşık 3,5 saatte aldık. Öğleden sonra Antakya’da Kavak Otele yerleştik.Suriye otobüslerinin saatlerini öğrendikten sonra bir yıldır hayalini kurduğumuz Antakya mezeleriyle demlenmek için Han restorana gittik.Burası eski bir konaktan bozma çok güzel bir restoran.
Mezeleri söyledikten sonra bir de ufak rakı isteyince gecenin tadı kaçtı : Artık rakı satmıyorlarmış !ŞOK ŞOK! Geçenlerde rakı içenler birbirlerini bıçaklamışlar;bu nedenle sadece şarap ve bira satıyorlarmış.Uzun tartışmalardan sonra birer bira içip tatsız bir şekilde kalkıp Ferah’ta künefemizi yiyip otele döndük
Şam’a mı yoksa Halep’e mi gideceğimizi bilmiyoruz ,yarın otobüslere göre karar vereceğiz.
Sabah ufak bir çarşı turundan sonra garaja gittik, kapıdan girerken ayakçılardan biriyle 10:30 Şam otobüsü için iki kişi 15 milyona anlaştık.
Otobüsler sadece Şam ve Halep’e gidiyorlar, ve son otobüs öğleden sonra 1-2 gibi kalkıyor. Şam 10 , Halep 5 YTL civarı ama bedava gitmek de mümkün çünkü amaç yolcu parası değil mazot. Zaten bizim verdiğimiz parayı da ayakçı cebine attı, otobüsçüye para vermedi (otobüsçü sonra sitem etti). Yine de eski gidişlerime göre otobüste epey yolcu vardı, yarıdan çoğu doluydu.7,5 saat sonra (aynı arap klipleri vcd sini 7 kez izleyerek) saat altı gibi Şam garajına vardık. Sınırdan geçerken otobüs şöförü pasaportları damgalatıp getirince konut haracı almadılar diye çok sevindim. Neşe ‘soralım niye almadılar’ dedi ama ben ‘haksız alınan paraları sorarım ,alınmayanları sormam’ dedim.
Yine de mola yerinde şöföre sormuş, kötü haber: İki günden fazla kalınırsa dönüşte ödeniyormuş! Şam’da eski kaldığım otele gideceğiz ama ben ne caddesini hatırlıyorum, ne mahallesini. Neyse haritaya baktıkça hatırlar gibi oldum ve 100 liraya bir taksi ile Al Cumhuriye caddesine ,otele gittik. Eski seferlerde kaldığım Al Saade (mutluluk) oteli yenilenmiş ama yine daha ziyade bekar arap tacirlere hizmet veriyor (İki kişi 400)
Otelin sahibinin iki sokak ötede aynı şekilde 300 yıllık konaklarda iki oteli daha var. Al Rabie ve Al Haramiye. Pek turistik olduğundan ben daha önce kalmamıştım, bu sefere de kalamadık çünkü yer yok!
En sonunda yakın mesafede yeni açılan bir dördüncü otel bulduk: Gazal (geyik) Otel, yine diğerleri gibi havuzlu avluya sahip, asude bir mekan. Fonda sürekli kısık sesle Feyruz çalıyor.Mutfak ve buzdolabı var, banyo tuvalet avluda. İki kişi aslında 600 SP ama sadece üç kişilik odaları kaldığından 750 istediler, 700 e anlaştık. Otel sahipleri üç kardeş cana yakın insanlar. Akşamüstü eski şehri gezdik, kapalı çarşının arkasında Abdül diye bir biladerle tanıştık.Türk olduğumuzu öğrenince yekten ben komünistim, ateistim Nazım Hikmet okurum dedi. Kolunun altında gazetesi, bütün gün oralarda turistlerle muhabbet eder bir havası vardı.
Annesi Türkmüş, İngiltere’de çalışmış vs. Bize Hıristiyan mahallesinde 1001 gece restoranı tavsiye etti.(Matan Al Fileyla Wa Layla) Eski şehirde Hıristiyan mahallesinde dolaştık, çok canlıydı, yeni kafeler açılmış ,gençler nargile tüttürüyorlar. Yalnız Şam’da türbanlı sayısını artmış gördüm.
Yeni yönetimin nispeten özgürlükçü tutumu bu şekilde kendini göstermiş herhalde.Gece saat 21:30 da restorana gittik. Şef Miko pek eğlenceli bir Fas’lıydı. Canlı müzik olarak udi bir abi şarkılar söyledi. 8 çeşit meze ,ara sıcaklar, 37,5 rakı, (Suriye rakıları 75 lik ve alkol oranı % 52,5 ; bizim rakılara göre daha anasonlu, ve lezzetli.) nargile, ayılmak için içilen sayısız mırra, ve Türk asıllı barmenin kavun kokteyllerine toplam 760 SP verdik(1 USD= 53 Suriye lirası,Syrian Pound)
Gece otele dönerken epey dolaştık , işportacılarından Jamaika T-şörtü aldım 50 SP defolu. 1 de yattık.
Sabah 8 de kalktık, kahve , çay , Feyruz. Suratsız lezbiyenler dışında otelin bizim kanadında kimse gözükmüyor. Şehre yürüdük, dükkanlar daha açılmamıştı, otogar’a gidip Tartus’a otobüs sorduk, yarın gitmeye niyetliyiz. Muzlu krep dürüm, kıymalı, zahterli, peynirli pide ,felafel yedik(10 SP each) Feyruz ve Ümmü Gülsüm, Abdülhalim Hafız ve Abdülvahap MP3 leri aldım tanesi 20 den 8 tane.100 SP dan kokular aldık, Old Spice ve JPG. Otele geldik,aynı otelde kalmaya karar verdik, Neşe uyudu ben de şimdi otelin avlusunda çay demledim yazıyorum. Arkadaki oda bizimki.
8 Temmuz 2005 Cuma ,Palmyra
Öğleden sonra şehrin yeni kesimini bir dolaştık. Turizm informasyona gittik, haritalar yırtılmıştı, yenilerini aldık.Çok sıcaktı,otele dönüp duş alıp yeniden çıktık.Beşir Esad babasının resimlerine heykellerine pek dokunmamış ,ama kardeşininkileri kaldırmış. Eskiden hep baba Esad ‘la öbür vahşi yaradılışlı, kazada ölmüş oğlunun resimleri her yeri doldururdu, Beşir’in resimleri ise çok nadirdi. Şimdi ise daha ziyade Beşir Esad’ın olmakla birlikte eskiyle kıyaslanmayacak kadar az resim heykel vs var etrafta. Ihlamur ağaçlarının açma mevsimini kaçırmış olsak da Şam sokakları bakımlı ve yasemin kokuluydu.
Öğlen yemeği için mahalledeki kebapçıdan otele kebap söyledik,iki kişilik kebap salata ayran 250 SP ,yanındaki humusçudan da 15 SP lik humus koydurttum tabağa, karnımızı şişirince hemen yatıp uyuması kolay oldu.
Akşamüstü Hıristiyan mahallesine tekrar gittik, Alsancak gibiydi: Tiki kafeler ,jöleli gençler, markalı mağazalar vs. Bir pastaneye oturduk. Neşe fıstıklı sade dondurma istemek istedi, ama isteyemedi. İngilizce menü var ama karşılıkları arapça yazmadığından ne istediğimizi garson anlayamadı, anlamadım da demedi.Önce meyveli karışık getirdi, geri gönderip fıstık ve sütü tarif etmeye çalıştım ,bu kez de kakuleli dondurma getirdi ,ısrardan vazgeçip yemeye çalıştık ama pek kötüydü. Rasgele dolaşırken gerçek bir yolcu uçağından yapılmış kafe gördük.Uçağın ortasını Awacs gibi genişletmişler, geniş oturma grubu koymuşlar, camlara da alçıdan süslü çerçeveler yapmışlar, dökülüyordu. Akşam saat sekizde Caminin arkasındaki ateşçisi suratsız nargile kahvesinde hikaye anlatıcısı varmış, ona gittik.
Orhan Pamuk’un Benim adım kırmızı kitabındaki gibi bir hikaye anlatıcısı, ilginçti. Kahvede yüksek bir yerde oturuyor, kafasında fes , elindeki şirket ajandasından hikayeyi taklitler yaparak okuyor ,herkes merakla dinliyordu. İlgi dağılırsa kucağındaki enli kılıçla önündeki sehpaya aniden çoot diye vurup herkesi hoplatıyordu .Bizden başka turistler de anlamadan dinlemeye gelmişler.Yarım saat kadar dinledik, çıktık.Giriş parası varmış; daha doğrusu çıkış parası, adam başı 50 SP aldılar, bir de zorla ,adisyon şart diye limonata içirmişlerdi. Sonradan bu adamı LP rehberinde görüm; meğer meşhurmuş, eski geleneği canlandırmaya karar vermiş bir emekli öğretmen gibi bir şeymiş.
Sandalet ayağımı vurdu, gece kapalı çarşıda baktık ama uygun bir şey bulamadık. Çarşıda(Medine Suk) ve çarşının sonundaki Omayyad Camii’nde mahşeri kalabalık vardı. Hava serinleyince millet kendini dışarı vurmuş.
Gece otelin bizim kanadına Amman’da çalışan ve SUV larla Hollanda’ya dönen üç aile ve 15-20 tane ufak çocukları geldi, sessizlik gitti. Allahtan çocuklar erken uyudular. Geceyi otelde oda komşularımız Slovak Michael ve Gabriella ile muhabbet ederek ,içerek geçirdik.
Önce dünden kalan arakı bitirdik sonra da votka kurantla devam ettik. Heyecanlı öğrenci gençler. 5 haftalığına gelmişler,4 hafta Suriye’de 600 USD , bir hafta Ürdün’de300 dolar harcamışlar.5 haftadır ilk kez benimle arak içtiler.Otel sahibi üç kardeş komedi gibi sırayla gelerek aa arak diye hayret ettiler ve ikram edince içtiler, Ahmet iyiden oturdu muhabbete .Hollandalıların yiyemedikleri kebapları ve mutabbayı getirdi, yedik. Gece 1 de sızdım.Sabah 7 de erken uyuyan çocukların uyanmasıyla uyandık.Ahmet onlara laf edeceğine Londra bombalamasını izleyen Slovaklara TV nin sesini kısmalarını söyleyince gerginlik oldu, daha önce de benim elektrikli cezvenin sesine laf etmişti. İşte bu da dombili Ahmet!
Slovakların övgülerine dayanamayıp Tartus ‘tan vazgeçip Palmira’ya gitmeye karar verdik.Çıkıp otobüs tren baktık, Cuma olduğundan heryer kapalıydı.Taksiyle Harasta garaj bolllman’a gittik(60).10:15 otobüsüyle (iki kişi 100 SP) Palmira ‘ya bilet aldık, 5SP ye peynirli pide yedik.Yol çölden geçiyor, çölün ortasında yol demiryoluyla kesişti, üç-beş kişi gölgede oturuyorlardı, birisi buzlukla bindi otobüse ,10SP ye dondurma aldık, iyi geldi. Otobüsler klimalı Hyundai marka midibüsler. Bu dondurmacı işi de sık sık oluyor.
Palmira çok acayip bir yer, çölde bir kasaba, hemen yanında da bizim Efes gibi bir ören yeri var.
Hiç böyle bir yer görmemiştim. Çok feci sıcak, ortalıkta kimsecikler yok, sokaklardan el yapımı triportör gibi şeyler ve 50-60 model Mercedes’ler geçiyor arada sırada. Buradaki eski Mercedes bolluğunu anlayamadım, sormayı da unuttum.
Bir iki yer dolaştıktan sonra Bel otele yerleştik(300). Klimalı (antika) ,buzdolaplı, duvar vantilatörlü ufak bir oda. Bir lokantada bedevi (beduin diyorlar) işi etli bademli pilav mansaf yedik. Lokantanın sahibi genç, Hani geçen hafta askerden gelmiş.Lübnan’daymış,çekilen kuvvetler içindeymiş, çok tehlikeliymiş, sürekli İsrail uçakları tepelerinde uçuyor bunlar da kendilerini sığınaklara atıyorlarmışHaber gelince üç gün içinde tası tarağı toplayıp çekilmişler, çok sevinmişler. Dedim siz seviniyorsunuz ,Lübnanlılar seviniyor ,ne demeye duruyordunuz orada. Arkadaşı hala Golan tepelerinde askermiş ,annesi çok endişeleniyormuş. .
Askerlik 2,5 yılmış, kısalmış ,bunu 6 ay erken terhis etmişler, kapıdan çıkana kadar inanamamış askerliğin bittiğine. Arkadaşı bazukayla ateş etmiş, ateş almayınca nooldu diye arkasına bakarken ateş almış,bunun yanında çırpına çırpına ölmüş, hiç duygusallığa da izin yok diyor. Hemen sedyeyle alıp götürmüşler siz işinize devam demişler.
Hafız Esad’a attı tuttu,çok şaşırdım.Hani nerde derseniz işte bu Hani. Eskiden insanlar Esad adını ağızlarına almazlardı, çok mecbur kalırlarsa reis derlerdi, halkın %50 sinin muhbir olduğu söylenirdi. Şimdiki başkanı övdü ama yerdi de. Çok şey değişmiş Suriye’de. Lokantanın internet kafesi de vardı. Hani perdeyle ayrılmış arka tarafta İngiliz bir kıza asılıyordu. İngiliz kız da pejmürde, tek başına gezen genç bir şeydi, ve ilgiden hoşlanır gözüküyordu.
Daha sonra aynı kızı Halep’te başka bir Arap gençle gezerken gördük. Pilav 200 dü, bizden komşuyuz diye 100 aldı, internet de burada pahalı ama onu da saati 75’den yaptı.Otele dönüp biraz uyuduktan sonra yine çıktım, cehennemi sıcak devam. Çardakaltı bir kahveye oturdum, elmalı nargile(mıassil tuffeh) söyledim(75), bir de Mandarin kola(25), yazıyorum. Japon gençler başlarına keyfiyeler takmış, şaklabanlık yapıp birbirlerinin fotoğrafını çekiyorlar,benim nargile söylediğimi görünce onlar da söyledi,bir iki nefes çekip kalktılar.
9 Temmuz 2005 Lazkiye Gökdelen Kafe
Saat 18 :30 a kadar kahvede oturduk.Hava serinleyince harabelere doğru yürümeye başladık.Otobüsten iner inmez bizi karşılayıp 10 SP ye şehir içi servis yapıp ,bütün arkadaşlarının otellerini gezdiren müthiş turist rehberi Azem külüstürü ile bizi yoldan aldı.2x 50 SP ye kaleye çıkmak için anlaştık. Fiyat sormayanlardan 100 aldı.Dolmuşta önümüzde oturan Amerikalı Türkçe konuştuğumuzu duyunca müdahil oldu. Sten İstanbul’da İngilizce öğretmenliği yapıyormuş.Türkçesi iyiydi, dilini İzmir’li Özlem’in diline değdirmiş.Kaleye çıkınca Azem ‘önce bu taraftan manzarayı sonra öbür yana dönüp güneşin batışını seyredeceksiniz’ dedi,’peki’ dedik.Bu manzara. Paraya kıyıp kaleye girdik (75tam +5ben öğrenci), tepeden çölün manzarası etkileyici idi. Aşağıdaki güneşin batışını bedava seyreden sefillere acıdık, onlar güneş battı diye çığlık atıp el çırparken biz hala görüyorduk . .
Fotoğraf çektik. Kale yeni yapılmış gibiydi, hatta hala yapılıyordu,etrafta çimento torbaları harç karıştırıcılar vardı. Suriyelilerin restorasyon anlayışı biraz değişik. Harabelerin en mostralığı olan Bel tapınağının üzerinde; ki orada da epeyce çimento harcanmış, güneş enerjili su ısıtıcı var ;herhalde görevlilerin ihtiyacı için! Birisi de üşenmemiş kalenin duvarlarına çakıyla ‘1915 ermeni soykırımını unutma’ yazmış İngilizce, bilemiyorum dışişlerine haber versek kınamayı düşünürler mi?
Şehre inince Sten İrlandalılar’la beraber Pancake restorana gidecekmiş ,davet etti ama biz gitmedik,merkezdeki restoranı tercih ettik.Sten’in muhabbeti biraz bayıcı idi, bir de Türkiye’de biraz uzunca kalınca siz şöylesiniz böylesiniz diye yukardan atıp tutan yabancılara çok gıcık oluyorum, sittirgit o zaman diyesim geliyor, bu da biraz öyleydi.
Na bu da Sten.
Restoran bahçeli, her tarafından sular akan güzel bir yerdi. Mutabba(patlıcan-tahin), fettuş(ekmekli bir salata), Lübnan humusu(içinde biraz yeşillik de var), yalanci(yaprak sarmaya böyle diyorlar ve yalancı ne demek bilmiyorlar-dı),ve babaganuş(patlıcan salatası) söyledik. Kubbeh(içli köfte), borek(börek), fıstık(rakının yanında söğüşle birlikte bedava), kebap, karpuz yedik ,nargile, ufak rakı içtik ,615 (12 usd) hesap geldi.
Aman ne ucuz derken hesaptan sonra istediğimiz iki kahveye 100 SP daha istediler işi batırdılar. Ama garson Muhammed iyiydi.
Akşam olunca çok tatlı bir rüzgar başladı, gece ilerledikçe bayağı kuvvetlendi, sokaklar doldu taştı ,satıcılar çıktı, herkes kapısının önüne sandalye attı.Gerçekten zevkli bir rüzgardı.Sabah erken kalkacağımızdan ve çok başım ağrıdığından(hiç ağrımaz) fazla dolaşmadan yattık.
Kalkabilmek için telefonu 06:15 e kurduk ama 5:45 te kalktık. Harabeleri güneş doğarken ve batarken gezmekte fayda var hem ışık hem sıcak açısından. Hemen zafer yoluna ve Bel tapınağına gittikEtrafta gezen turistler vardı ama tapınağa saat 9 dan önce girmek mümkün değildi.
Biz de etrafında döndük ,duvardaki deliklere gözümüzü uydurmaya çalıştık. Tapınağın arka tarafında kocaman bir bahçe kurmuşlar ,palmiyeler,zeytinden kayısıya pek çok meyve ağacı mevcut ama düzenli sulanıyor, diplerine havuz açmışlar. Suyu kaç metreden çıkardıklarını merak ettim. Dönüşte Citadel Otelin önünde peynirli dürümle kahvaltı ettik Ben köy peynirli -naneli yedim iki çay içtim , Neşe kaşarlı yedi portakal suyu içti,160 SP tuttu. Güneş iyice yükselene dek akşamki rüzgar devam etti.
Saat 9:30 gibi kesildi ve fırın yandı! Bel otelin resepsiyoncusunu güç bela uyandırıp oda ücreti 300 ü verdik.Oteli çalsalar uyanmayacak! Sabah Kazmuss’tan Lazkiye’ye otobüs var sanıyorduk,resepsiyoncu telefon etti,yok dedi.Taksiyle minibüs durağına geldik (25SP/Beyaz Mercedes ‘67), Homs’a bilet aldık(2x50), yol 2 saat sürdü.Yol boyunca uyuduk. Külüstür minibüsün ortasına tabureler koydular, köylüler oturdu, kalanı da ayakta geldi. Ayakta bir binbaşı ve bir inzibat da vardı. Homs’ta otobüs bizi yolda indirdi başka garaja gidiyormuş, garaja taksiyle gittik yine. Lazkiye minibüsünü beklerken felafel ve sütlü tatlılar yedik, çay içtik ,şiştik ,yine uyuduk.
Lazkiye’de taksiciye Hafız Esad’ın merkezde meydandaki heykelinin taklidini yaptım hemen anladı bizi oraya götürdü. (ayakta, eller öne doğru uzanmış, ağız hafif aralık ‘ben aslında sizden’ derken). Neşe’yi kahveye oturtup Latakkia otel’de 400 SP ye banyolu uydu TV’li,fanlı oda tuttum, beğenmedi, tuvaleti küflüymüş! Otelde Cher –Bono belgeseli izledim.
Dışarı çıkıp biraz çarşıyı dolaştık,meydandaki kahveler çoğalmış ama eski havası gitmiş.
Farid al Atraş ve Muhammed Abdülwahap MP3 leri aldım, satıcının cep telefonundan Neşe’nin annesini aradık,Can’ı sorduk, iyiymiş.Telefon için Türk tipi önce ‘ara ara para fark etmez’ dedi sonra 200 istedi,150 verdim. Para bozdurduk,bankalar komisyonculardan daha yüksek veriyor.
Şimdi gökdelenin üzerinde Necati Cumalı okuyorum, ‘Aşk da gezer’, nahif bir İzmir romanı.
10 Temmuz 2005 Halep Kalesi önüGökdelende nargile ve içeceklere 135 ödedik, gene evli erkeklerle gelmiş zilliler vardı. Sahile inen yolun başında haritaya bakarken Afif amca ile tanıştık. İngiliz aksanıyla yardım teklif etti. Restoran sorduk önce Last Station’u tek geçerim dedi, ama açık hava isteyince Spiro’yu önerdi. Kahve içmeye davet etti.Afif amca, 30yıldır aynı dükkanda imiş,berbat çocuk elbiseleri satıyor,
zaten pek az mal var ve hepsi en az 20 yıllık, torbalarda bekliyorlar. İçeri giren bile yok.
Amca arkadaşlarıyla kahve sigara içiyor vakit öldürüyor. İngiliz petrol şirketlerinde çalışmış,oradan emekli olmuş. ’82 de karısı malign melanom olmuş, Almanya’ya gitmişler, iyileşmiş.Çocuk sevmezmiş, yapmamışlar, bu bir tercih kimse anlamıyor diye yakındı.Ben de anlamadım ama anlamış gibi ‘tabi tabi’(yes,yes) dedim.’65 yılında da amcasının parkinsonunu tedavi ettirmek için Moskova’ya gitmiş iki ay kalmış. Özbekistanlı kız arkadaşı varmış, evlerinin duvarındaki Arapça duaları okuyabildiğini gören kızın ninesi bunu kutsal bir İslam bilgini diye değerlendirmiş ve elini sürüp öpmeye başlamış.(Afif amca hristiyan). Kapının üzerinde PRİX FİXE yazıyor.
Sahile inince limandan sola doğru yürüdük, Lazkiye İzmir’e benzediği kadar limanları da birbirine benziyor.Spiro’yu ve karşısındaki başka bir restoranı bulduk, Neşe Spiro’yu beğendi, Harbiye’deki lokantalara benziyor. Akşama gelcez dedik,inanmadılar.
Sahilde Ambassador otelin katibi Zekeriya amca Antep’liymiş, bize Antep manileri söyledi, çok iltifat etti.
Sahildeki kocaman ağaçlı parkı gezdik, müzeyi de gezmeye niyetliydik ama kapanmış . İtalyan corner’ın oradan yukarı çıktık. Burası gençlerin piyasa yaptığı cadde, akşamın inmesiyle gençler jölelerini sürmüş olarak ortaya çıkmaya başlamışlardı. Sandalet yine ayağımı vurdu,750SP ye kapalı sandalet aldık. Ayaklarım açık sandaletin içinde o kadar çamurluydu ki ayakkabı denerken utandım.Yeni sandaleti giymeden çeşme başında ayaklarımı yıkadım, kolonyalı mendillerle sildim.
Hava kararınca Spiro’ya oturduk. İki minik şişe içtik,balık yemeye niyetlendim ama pahalıydı ve pek iyi görünmüyorlardı.En ucuz balığın (çipura) kilosu 1000 SP idi. Jumbo karides 2000 SP/kg idi. Mezeler, rakı, kebap, nargile 605 tuttu. Kahve sormadılar ben de bahşiş bırakmadım. Otele dönerken 6 büyük arak aldım tanesi 150 den 900 SP (yani bir büyük rakı fiyatı). .
Elimizde rakılarla Ebu Yusuf meyhanesine uğradım. Eski dost, garson Nasır beni unutmamış.Vaay İzmirli doktor diye karşıladı.Başka da garson kalmamış eskilerden
Bira ikram etti, para almadı, Arapça ve el işaretleriyle muhabbet ettik,duygulandım.Cüzdanından çocuğunun resmini gösterdi.
Sabah karşıdaki fırından lahmacun, peynirli pide alıp kahvelerde kahvaltı ettik.Çarşıyı dolaştık.
Çay, badem, dolmalık fıstık, safran aldık. Suriye’de Türkiye’den pahalı hiçbir şey yok!Otele döndük, çantayı aldık, garaja gittik. Halep otobüsü için bilet aldık ,54-55 numara. Ben nasıl bu kadar uzun otobüs olabilir diye merakla beklerken mesele anlaşıldı: Bizim bilet ikinci otobüseymiş.Otobüs yine ufak Hyundai, ilginç olansa bu modellerde koltuk numaraları sadece İngilizce ve Türkçe.Yolda uyuduk,tam acıkmıştık ki mola verdik. Kebap, pide ,
yoğurt yedik (35), bir de kutu kola(25), bir de şerbetli peynirli börek (30), bir de Neşe’nin sigara paketinin jelatinine soktuğu ve paket bitince masada bıraktığı 1200 SP + 10 YTL !
Halep’te indiğimiz yerde taksiciler 50 den aşağı inmeyince kızıp yürüdük, oturmaktan yorulmuştum zaten ,ama bütün rakılar bende olduğundan bir süre sonra taksiye bindik, 20 ye Baron otelin önüne geldik. Daha önce kaldığım Medine otel hiç değişmemiş ,hatta fiyatı da aynıydı(400), ama Neşe küfsüz tuvaletli ortam istedi diye epeyce dolaştım. Biraz iyi olunca oda fiyatları 30 USD’den başlıyor, ve pazarlığa yanaşmıyorlar. Bir de Baron otele bakalım dedim. Bu otel 1915 yılında yapılmış ve Atatürk’ten Agahta Christie’ye, Lawrence’a kadar pek çok ünlü kalmış. Pera Palas gibi bir yer yani. Halep’in en meşhur oteliBurasıkahvaltı salonu. Mimarisi Büyükada’daki Splendid Palas’a benziyor.
Önünde taraçası var, girişte anahtarlarla kasa ayrı ayrı bölümlerde vs. Neyse burası da OK 55 dolarmış. Türk olduğumuzu öğrenince 50 yaptılar, biz de kaldık Düşününce aslında bu Bodrum’da bir gecelik pansiyon parası!
Duş alıp çıktık, kapanmadan Medine çarşısına yetişelim diye koşturduk.
Çarşının girişinde körler yan yana dizilmişler Kuran okuyorlardı. Medine labirent gibi üzeri kapalı çok büyük bir kapalı çarşı.Sokaklar daracık ,eşekler geçiyor. Antakya’daki gibi kasap-kebapçı dükkanlarının önünde etler sakatatlar sarkıyor. Ayakkabıcıları bulduk, iki tane daha sandalet aldık(2x350),işyerlerine hurma aldık (100/kg).Bir satıcı hiç niyetimiz olmamasına rağmen ısrarla bizi davet etti, olmadık indirimler yaptı ve tanesi 100 SP den iki tane işlemeli bluz satmayı başardı.
Adamı tebrik ettim, gerçek bir satıcı idi,para için değil satmak için uğraşıyordu.Dükkanlar kapanınca kaleye çıktık.Etrafındaki kafeler yine çok canlı, nargile söyledim bunları yazıyorum. Neşe’nin söylediğine göre dönüyoruz diye keyfim kaçmış.
12 Temmuz 2005 Bahçeli/Niğde
Kalede hubble-bubble (garson illa da öyle demekte ısrar etti, ben şişe diyorum O Hubble) ve naneli çay içtik ,170 verdik. Kalenin etrafındaki halkavi yolu döndük, 20’ kadar sürüyor.Geriye aşağıya inerken hala açık olan (21:30) dükkanlardan kozmetik ,güneş yağı aldık. Akşam pazarını gezdik,yerlerde patlıcan seçiyordu millet. Bir alışveriş çarşısından gençlik yıllarımın saati Casio F91W aldım 100 SP ,bir haftadır saatsiz geziyorum ,baktım baktım son gece alabildim. Biraz daha gezdikten sonra en sonunda rakı isteği geldi.
Otele yakın Al Andalib’e (Endülüs) çıktık.Her şey aynı, sarışın kürt şef garson, duruşu, gömleğini pantolonuna sokuşu. Biraz vitiligosu artmış.Üç meze ,bir minik rakı, nargile 400 tuttu. Restoran çok kalabalıktı. Garsonlar çok matraktı,kalkan masaları hızla kaldırırken kalan ne varsa; arak, köfte, çerez, patates kızartması; hiç istiflerini bozmadan tıkınıyorlardı.
Otelde anahtarları veren Haço abi Türkçe bilen bir Ermeniymiş.Tehcir sırasında Sivas Gürün’den göçmüşler. Soykırımı sorayım dedim konuşmak istemedi. Telefonla Antakya otobüsünü sordu ,duburda (öğlen) varmış.
Sabah Hıristiyan mahallesi Aziziye’ye yürüdük ama bütün dükkanlar kapalıydı.Yine Medine çarşısına gittik. Küllici (toptancı) Muhammed’den bir de kışlık ayakkabı aldım550SP.
Muhammed Halep AKP il başkanı olabilecek evsaftaydı. Tıraş olmak istedim ama bütün berberler kapalıydı. Sorduklarım da yarın açılacak diyorlardı. En sonunda öğrendik: Pazartesileri berberler çalışmazmış! Türkiye garajına uğradık, bir taksici hemen gidersek 10 dolara götüreceğini söyledi. Arabası da güzel Çiri (Cherry), Çin malı klimalı. Antakya’dan alacağı müşterisi varmış. Permatik ve 3 büyük arak daha aldık ,otele döndük, tıraş oldum, eşyaları aldık, saat 11:30 da taksici Cemil Hüseyin bizi otelden aldı.
Sınıra 5 Km kala, gelirken durduğumuz benzincide durduk, son kalan paralarla felafel ve peynirli dürümler yaptırdık yolluk, soğuk su doldurduk. Saat 2 gibi Antakya’ya vardık.Sınır çok gevşekti, görünmeden Türkiye’ye girilebilirdi.Gümrükçüler bir arabanın benzinini boşalttırdılar.Cemil Hüseyin bizim adımıza ikişer koli çay , şeker ,ve dört karton sigara geçirdi gümrükten.
Kıtipyöz Cemil ve arkada Çiri. Şeker Suriye’de 600 bin lira, ama işin ilginç yanı çuvalların üzerinde Türkiye Şeker fabrikaları yazıyor.Yani biz şekeri ihraç edebilmek için 600 bin liradan ucuza satıyoruz, onlar da bize tekrar satıyorlar!
Cemil’e kendimizi şehir dışına bıraktırdık diye 15 dolar istedi,vermedik tabi iki Km için 5 dolar.
Hava feci fırtınalıydı, bir otostop, bir otostop 4 saatte Niğde’ye vardık, oğlumuza kavuştuk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder