Yol

Yol hep gitmeyi mi anlatır? Dönmektir de bazen..
Kiminin yolu Konya'nın kucak açmış ovasına, kiminin Antep'in moruna, Urfa'nın sarısına, Diyarbakır'ın uzağına, kiminin ki ise şehirsizliğe, yol'suzluğa çıkar. Bayramdır yol. Hasrettir ve çokça da kavuşamamaktır. Bir hafta da sürecek olsa; umuttur yol.
Elde bir adres, seyirde devinen bir dünya, mahpushane aklında, teninde, her adımında. Seyit Ali, Mehmet Salih, Mevlüt, Ömer, Yusuf. Coğrafyanın sancısı çok zamanı kıt yolcuları. Hem bayram hem seyran mahkumları. Otobüsün, trenin, minibüsün zamansız konukları. Ne varsa içlerinde; özlem, sevda, nefret, şehvet, sorular, sesler, isimler, hepsini son duraklarına saklayan suskunlar. Ve inip son durakta hepsini bir kerede söyleyen zamansız yolcular.
Tarık Akan'ın, Şerif Sezer'in don tutan heceleri, Halil Ergün'ün yabancılığı, Zülfü Livaneli'nin Sebastian Argol namı ile gizli ve derin notaları.
1982'de Yol, Anadolu'dan Fransa'nın Cannes şehrine doğru ilerlerken Altın Palmiye ödülünü paylaştığı Kayıp filminin yönetmeni Costa Gavras: ''Bir yönetmen hapishaneden film çekiyor, işte gerçek olan budur'' diyecektir. O yönetmen, hapishaneden yazdığı ve yönettiği filmin ödülünü ülkesinin yollarına ithaf ederken o yollara bir daha geri dönmesi mümkün olmayacaktır.
Meksikalı yönetmen Alejandro González Iñárritu, yaşamına bir yol çizme çabası içinde iken bir film izlediğini ve o filmin kurgusu ve senaryosuyla kendisine Paramparça Aşklar ve Köpekler, 21 Gram ve Babel filmlerini çekme yolunu açtığını belirtir.
O film
Yol'dur.
Ve yol'un Çirkin Kral'ı Yılmaz Güney, memleket yollarına hasret, dolaştığı Paris sokaklarında rastladığı arkadaşına kendi yol'unu anlatır:
''Ben de kalmaya gelmedim buraya. Bir gün mutlaka döneceğim. Sen de dön. Bil ki ülkende çekeceğin en kötü film, burada yapacağın başyapıta yeğdir. Güle güle...''

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski