Filler ve Çimen...
Biletimi alıp konforlu olacağını beklediğim otobüse bindim. İlk izlenimim oldukça iyiydi aslında. Alan geniş, koltukları geniş, arkaya da yatıyorlar. İnsan daha ne ister dedim. Ama iki saat sonra koltukların tahtadan yapıldıklarını kavradım. Kıç baş yine tutuldu. Yanıma da sevimsiz bir punk hatun oturmuştu. Ense alttan kazınmış, saçlar üstte uzun. Ensede ve kollarda garip dövmeler de var. Muhabbet olsun diye dövmelerin güzelmiş dedim. Cevap vermeyince ben de küstüm. Zaten 15 dakika sonra, yolun sonuna kadar uyanmamak üzere sızdı. Okuma lambası da çalışmıyordu. Şöföre sordum, gözlerini alıyormuş, öyle dedi. Herşeye rağmen Nepal’e kıyasla rahat bir yolculuk oldu.
Şehre varınca da ucuzundan bir yer edindim. Geceliğine iki dolar ödememe rağmen sıcak su ve tuvalette tuvalet kağıdı bile vardı. Sevindim. Sonra buradaki trekking turlarından birine yazılmaya karar verdim. Burda şehirden ziyade etrafı gezilmeye değer. Turumuz bol yürüyüş, dağ köyüne ziyaret ve konaklama, ikinci gün daha çok yürüyüş, ve son gün biraz rafting ve file binmeyi içeriyordu. Makul geldi.
Çıktık yola, ilk durak birkaç kelebek ve orkidelerden oluşan bir botanik parkıydı. 10 dakikada gezdik. Sonra dağbaşında yiyeceğimiz gıdaları almak üzere pazarda durduk. Akabinde de yürüyüşe başlayacağımız durağa geldik. Sonradan çok arayacağımız kamyonetten indik, pilavımızı yedik, başladık yürümeye. Hafif inişlerden çıkışlardan sonra yol biraz dikleşti. Nefes alış verişler biraz zorlaştı. Yapış yapış olduk tabi. Sonra bir mola, ve küçük bir şelalede ferahlama. Devamında yokuşlar biraz daha dikleşti. Bizim sandaletlerde sukoyverdi. Ayaklar yamuldu. Kaya kaya tırmandık köye kadar. Ama elden ayaktan da kesildik vallaha. Ama köylüler herşeyi düşünmüş, fahiş fiyattan soğuk bira getirmişler dağ başına. Biz de susamışız. Dört tane kadar yuvarlayıp kendimize geldik. Elektrik yok. Bambu bir evin ortasında yaktılar odun ateşini. Ben de ateşle oynamayı severim (küçükken mahalleyi yakmıştım. Ama evleri değil. Birkaç mandalina ağacı gitti, o kadar). Azcık kurcaladım ateşi, odun falan attım. Rehberimiz de gitar çaldı. Keyiflendik. Saatin sabahın beş gibi geldiği saatte, halen dokuz buçuk civarıydı. Elektrik olmayınca zaman yavaş ilerliyor. Bu insanlar günbatımından sonra ne yapıyorlar acaba vakit geçirmek için? Bize göre yapacak birşeykalmayınca temiz bir uyku çektim.
Ertesi sabah sıkı kahvaltımızı yaptık. Baktım bir köylü ve bizim rehber bambulara giriştiler tam köyden çıkarken. Allah allah derken, içinden çıkan kurtları toplamaya başladılar. Akşam yemeği dedi. Aç kalacak halimiz yok, deneriz deyip destek verdik daha çok kurt toplaması için. İşlem bitince ufak bir bambu parçasının ağzına biraz ot tıktı kaçmasınlar diye, attı çantaya. İkinci günün yürüşü biraz daha hafifti. Ama yürüdüğümüz yerler Rambo II’de John Rambo’nun gezdiği arazileri andırıyordu. Nehir kenarında, 50 cm eninde patikalarda bata çıka ilerledik. İki güzel şelalede mola verdik, yüzüp serinledik. Doğa şahane, manzaralar şahane. Sonra kenarda yol olmasına rağmen grupça devrilmiş bir kütüğün üzerinden geçmeye karar verdik. Ben kütüğün ortasında durdum nedense. Durunca başım döndü, dizlerim titredi. Bungee’yi nasıl yaptım diye düşündüm o an. Nehire de düşmemek lazım. Sırtta çanta var, kafa zaten delik deşik. Bir şekilde geçtim kütüğü düşmeden ama nasıl hatırlamıyorum. İkinci günün sonunda yeni kamp yerimize ulaştık. Burda geceleyip, sabaha fillere bineceğiz. Biraz rafting yapıp ve boyunları uzun ve halkalı olan bayanların yaşadığı köyü ziyaret edip gezimizin sonuna geleceğiz. Akşam yemeğimizi yedik. Tatlı niyetine de kızarmış kurtları yuttuk. Fena değildi ama yakmışlar. Cips gibi gitti ama birayla. Sonrasında fil bakıcılarından biri çıktı geldi. Paşa zil zurna. Üzerine dört tane daha Chang birasından götürdü. Ben bile şaştım. Baya bir zırvaladı, ben de kendisine alkollü file binmenin zararlarını anlatmaya çalıştım. Dinlemedi. Ben de sinirlendim, gittim yattım.
Turumuzun son günü aksiyon dolu olacaktı. Uyandım ve hemen gittim ve filim için hazırlanıp giyindim. Bu dev cüsseli hayvanlardan birini nehirde yıkanırken seyrettim. Temiz hayvanlar, sabah banyosunu ihmal etmiyorlar. Çalışkanlar da… İşten kaçmıyorlar. Sıramız gelince bindik bizim file. Bolca muz da aldık besleyelim diye. Tam ilerlemeye başladık, hayvan durup hortumunu uzatıyor muz diye. Bir tane veriyorsun, 10 metre gidiyorsun, bir daha muz diye duruyor. Bizim muzlar çabuk tükendi. Sinirlendim. Az ileride bir baktım “drive through” yapmış elemanlar. Filin sırtında yanaşıp muz alıyorsun. 20 papel daha bayılıp muz takviyesi yapıyorsun. Tezgahı iyi yere açmışlar. Bu da fino değil, fil. Ağacını ver muzun, onu da yer. İkinci taksit muzlar da bitti ama allahtan başka tezgah yokmuş da batmadan fil gezimizi bitirdik. Bazen öyle tepelere tırmandı ki filler, düşsek bu hayvanın altında alacağım şekli hayal edemeden duramadım. Ama büyük ihtimal bir şeklim olmazdı. Yağmur ormanlarına dağılmış atomlar kalırdı geriye. Sonra doğaya dönerdim. Sonra bir bitki yeşerirdi. Çiçek açardı. Ben de o çiçek olurdum. Eşkıyaaaa olurdum… Uzatmayalım değil mi. Ne diyorduk, evet, biraz alıştıktan sonra adeta çocukluktan beri bu işi yapıyormuşçasına filin boynuna oturdum. Deri zımpara gibi, kulaklarıda salladıkça bizim bacaklara vuruyor. Dere tepe derken bir iki sallandık ama salimen vardık son durağa. Hayatımda file bineceğim aklıma gelmezdi. Ama kaplanlardan sonra bu hayvanlara da hayran kaldım. Kaplan mı, fil mi deseniz, ne derdim acaba. İki evladını birbirinden ayıramayan bir ebeveyn gibi, ikisi de benim için aynı derdim herhalde… Zaten bizim rehberle ortak fil işine girmeye karar verdik. 30000 dolara falan alınabiliyormuş. Ama araba değil tabi bu, öldümü gitti yatırım. Arada tarlalara falan da daldılar mı vuruyorlarmış. Bir de yatırımın geri dönüşü 10 seneyi bulabiliyor. Hesabı kitabı yapınca mantıklı gelmedi. Ben de rehbere kesin giriyoruz olum bu işe dedim. Seneye iki fille başlayıp, bütün bu bölgenin kralı olacağız dedim. Ama işin risk boyutundan dolayı bunları samimiyetle söylemedim maalesef. Günahı boynuma.
File bindikten sonra geri kalan aktiviteler gözümde biraz zayıf kaldı. Rafting falan çok kayda değer değildi açıkçası. O yüzden yazmayacağım. Uzun ve halkalı boyunlu kadınların köyü ise bence nahoştu. Giriş ücreti var. Biz tura dahil aldığımız için ödemedik ama sadece görünümleri yüzünden ziyaret edilmeye devam ediyorlar, ve bütün gün orada oturup birşeyler satarak hayatlarına devam ediyorlar. İnsan ziyaret sırasında bile kendini kötü hissediyor. Tur ise olağanüstü olmamakla beraber yapmak istediğim birkaç aktiviteyi içeriyordu. Sonuçta hesaplı oldu ve sevimli rehberimizin de çabalarıyla eğlenceli geçti diyebilirim.
Chiang Mai’ye geri döndük. Başka bir ucuz yer bulup yerleştim. Arka masada bir sürü insan kelle olmuş eğlenirken ben çalışıyorum ve bu yazıyı yazıyorum. Beni de davet ettiler. Sanırım masadaki beleş rum bitmeden yetişmem lazım. Şişenin dibine az kalmış. O yüzden şimdilik bu kadar dostlar. Bir aksilik olmazsa Laos’tan yazacağım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder