Seyahat Arşivim

Ücretsiz seyahatler. Gezilebilecek ve huzur verici konumlar. Kamp ve Piknik alanları.

Random Posts

LightBlog

Breaking

31 Ağustos 2009 Pazartesi

ENDONEZYA-SİNGAPUR 3 (Şubat 2009)





Çıkan kısmın özeti: THY'nin sevgililer günü kampanyasından faydalanarak Endonezya'ya gelen Bora ve Levent'i Sumatra açıklarındaki ıssız Pagang Adası'na bırakan Carlos ve adamları hava bozmaya başlayınca apar topar geri dönerler.





Adada yalnız kaldık. Bize odayı hazırlayan yerli gençlerin İngilizceleri sıfır, sadece işaret dili ile anlaşabiliyoruz. Zaten yemek saatleri dışında hiç ortalıkta görünmüyorlar.


Almanlar da kendi havalarında takılıyorlar, hiç bulaşmadılar.
Biz de onlarla konuşmadık, rastlaşırsak kibar kibar gülümsedik.


Bütün gün balkonlarında tavla oynuyorlar.
Kendi aramızda da konuşmayı iyice azalttık.


Survivor adası gibi bir yerdeyiz, ama o yarışmadaki kadar kalabalık değil.


Dalga ve kuş sesinden başka bir şey duyulmuyor.


Sahilde, hamaklarda, suyun içinde yattım. Kabuk topladım, üzeri yosunlu büyük kabukları uzun uzun kuma sürterek zımparaladım, temizledim, sakinleştim, muhallebi gibi oldum.


Buradaki bir numaralı fiziksel aktivite kabuk ve mercan toplamak zaten.
Levent tembelliği, tembellikten zevk almayı bilmiyormuş. Pek beğendi,
"Bunu da öğrenmek lazımmış" dedi



Dönüşte arkadaşlarıma birer parça mercan götürdüm.


Rutubetlenmiş kirlenmiş tişörtlerimi güneşe serip temizledim.


Tamamı bize ait genişçe bir plajdayız, her köşesinde ayrı ayrı yüzdüm, mercan kayalıklarında daldım.


Buradaki mercanlar Kızıldeniz’deki kadar renkli olmamakla birlikte balıklar daha çeşitli ve daha canlı renklerde.



Balıkları ve diğer deniz canlılarını uzun uzun seyrettim.
Bir kayanın köşesini dönmüştüm ki ilk görüşte aşkı yaşadım:



Daha önce gördüğüm hiç bir şeye benzemeyen bir balık suyun akıntısında dalgalanan tavuskuşu gibi tüyleriyle karşımdaydı.


Rengi kahverengi bej tonlarındaydı. Bir şeye benzetmek gerekirse modifiye büyükçe bir barbuna benziyordu. Sırtından çıkan tüyler akıntıyla dalgalanırken gözlerinin üstünden de çubuklar çıkıyordu.


Uzun süre izledikten sonra sahile çıkınca Levent’i buldum, balığı anlattım “Ben aşık oldum” dedim, gayet doğal karşıladı.
Öğleden sonra yağmur indirdi, hava çok sıcak olduğundan canımıza minnet dedik, yüzmeye devam ettik.



Yağmur dinip de güneş açınca arkamızdaki adanın tepesine çıkmaya karar verdik. Cangıl gibi büyümüş otların arasındaki patikadan epeyce tırmandık.


Yağmurdan sonra yerler çamur olduğundan ayağım kaydı, köyden aldığım Endonezya malı parmakarası terlik koptu, yalınayak kaldım. Tepeye ulaşınca karşıdaki adanın güzelliği bizi çok etkiledi, yüzülebilecek mesafede görünüyordu.


Levent’e yüzelim diye teklif ettim. “Neme lazım bilmediğimiz deniz, akıntısı vardır, hayvanı vardır” dedi.
Hak verdim, yüzmedik.
Plajın köşesinde ağaçlara bağlı maymunlar vardı.


Daha önce de insanların tasma taktıkları maymunları motorsikletlerle taşıdıklarını görmüş bir anlam verememiştik.


Ağaçların altında bulunmalarından anladığım kadarıyla bunlar ağaçlardan hindistan cevizi koparttırmakta kullanılıyor. Hindistan cevizi normalde satılan bir meta olmakla birlikte adada mebzul miktarda yerlere dökülmüş olarak mevcut.


Canın çektiğinde kıyıdaki banka bırakılmış masatla tepesini uçurup, suyunu içip, kabuğundan kaşık yapıp etini yiyorsun. Buradaki hindistan cevizlerinin içleri belki de daha tam olmadıklarından sert değil, erimiş dondurma kıvamında, çok lezzetli.
Diğerleri gibi azcık yiyince insanın boğazına dizilmiyor.
Kitap okurken bol bol kesip yedim.


Akşama kadar konuşmadan kendi başımıza takıldık.


Bize hiç bir şey söylemeden plastik taslar içinde öğlen yemeğini getirdiler: Patatesli pilav !


Sosla biraz yenir hale gelse de pilav yemekten biraz sıkıldık. Hem pek güzel yapamıyorlar, hem de buraya gelirken kocaman karidesler, istakozlar, okyanuıs balıkları yemeyi hayal ederken, her öğün az yağlı pilavla haşlama noodle'a talim etmek hayal kırıklığı yaratıyor.


Akşam yemeğinde de pilav geldi.
Bu sefer yanında biraz haşlanmış patates havuç vardı.
Acı sos ve kalan biralarla götürdük.


Elektrik olmadığından karanlıkta biraz sohbet edip yattık.


Sabah kalkar kalkmaz duşumuzu denizde aldık.
Biz yüzerken sabah kahvaltımız geldi.